'Cumhuriyet'in en ağır krizi'ne ne oldu?

Bu ülke özgüvenine kavuştukça uçuyor. Daha üç-beş ay evvel, Türkiye'nin cumhuriyet tarihinde eşi görülmedik derin bir krizde olduğu söyleniyordu.
Ülke adeta kuşatılmış; bırakın kuşatılmayı, işgal edilmişti sanki. Durumdan vazife çıkaran kimileri vatan kurtarma şebekeleri kurmaya başlamış, ülkenin geleceğinden umutvar olanlar vatan haini ilan edilmişti. İktidar mücadeleleri uğruna ülkenin kaosa sürüklenmesinde bir beis görmüyorlardı. Sanal muhtıra ile darbe tehditleri savrulmuş, cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde hukuk ayaklar altına alınmıştı bu 'kurtarıcı' güçler tarafından. Şehit cenazelerinin ardından ülke, bölgesel ve küresel çatışmalara adeta itiliyor, kriz üzerinden militarizmin yükselişi tezgâhlanıyordu. Vatandaş, '22 Temmuz'da sandığa ulaşabilir miyiz' endişesi taşıyordu.

Ama olmadı; insanlığın en büyük keşfi olan 'sandık'a ulaştık. Seçimler Türkiye'yi normalleştirdi. Militarizme karşı vatandaşın en büyük dayanağının demokrasi olduğu bir kez daha anlaşıldı. Krizlerden ve korkulardan iktidar devşirmeye çalışanlar yenildiler. Belki de 2007 yılı, korkular üzerinden iktidar olma veya iktidarı meşrulaştırma döneminin bittiğine işaret ediyor. Ve normal ritmine kavuşan, gerçek sorunlarla uğraşmaya başlayan bir Türkiye'nin gerçek gücü de görülmeye başlandı. Bırakın PKK ile mücadeleyi, 'Kürt sorunu' bile çözüm noktasına doğru ilerliyor.Türkiye'nin gücü, ne ABD'den sonra NATO'nun en büyük ordusuna sahip olmasından kaynaklanıyor ne de askerî gücünü bölgesel sorunları çözmede kullanma yeteneğinden. Türkiye'nin gücü, demokrasisinden, ekonomik performansından ve tarihsel-kültürel mirasından geliyor.

Türkiye, dünyanın en büyük 16. ekonomisi. Yıllık dış ticaret hacmi 250 milyar dolar. Son yıllarda ortalama % 7 büyüyor ve bu, özel sektör yatırımlarıyla gerçekleşiyor. Belki de en önemlisi, Anadolu'nun dünya ekonomisiyle entegrasyonunun gerçekleşmesi. Anadolu girişimcisi, ne küresel rekabetten korkuyor ne devlet desteği dileniyor. Ülker grubunun Godiva'yı almasını kimse küçük görmesin. On yıl önce 'İslamcı sermaye' yaftasıyla yok edilmek istenen Anadolu sermayesi dünyaya meydan okuyor. Kemalist-laikçilerin hukuk dışı baskısından kurtulan Anadolu sermayesinin ulaştığı küresel güçten ders çıkarmak gerek. Kemalist-laikçiler bunu ne kadar anlar bilinmez ama; işleyen bir demokrasi, hukuk düzeni ve piyasa ekonomisi ülkenin gücüne güç katıyor.

Hatırlayalım; geçen ay İsrail Cumhurbaşkanı Peres ile Filistin Başkanı Mahmud Abbas'ı TBMM'de bir araya getiren tarihî buluşma, resmî diplomasiden ziyade TOBB'un Filistin'de yürüttüğü yatırım ve işbirliği modeliyle mümkün olmuştu.Bütün engellere rağmen ilerleyen AB ile üyelik müzakere süreci hem Türk ekonomisini hem iç siyaseti hem de dış politikayı 'öngörülebilir' hale getiriyor. Türkiye'nin demokratik yapısının ve demokratikleşme arzusunun bölgesel ve küresel yansımalarını hiç yadsımayalım. Demokrasi, Türkiye'nin gücüdür, hem Batı ile ilişkilerde hem de Ortadoğu ve Asya ülkeleriyle ilişkilerde... Hâlâ demokrasiyi bir tehdit, bir zayıflık unsuru olarak görenler çok yanılıyor.

Krizin aşılmış olması, 'ev ödevleri'nin bitmiş olduğu anlamına gelmiyor. AB üyelik hedefinin, demokratik bir hukuk devletini kurumsallaştırma sürecinde 'sigorta' işlevi gördüğü unutulmamalı. Küresel dinamiklere yaslanmayan bir demokratikleşme paketi, muarızlarının tarihsel ve kurumsal gücüyle hâlâ rafa kaldırılabilir.

Sonuç olarak, son yıllarda iyice tanıdığımız 'kriz odakları' yerine, küresel dinamikleri kullanmasını bilen toplumsal aktörlerle 'ittifak'ı esas alan bir siyaset anlayışı yaygınlaştığında 'kriz'leri ve krizler üzerinden kurulmaya çalışılan militarizmi tarihin çöp sepetine atabiliriz.

 
Kaynak: Zaman