Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy Ve Ortadoğu

 

 

Fransa'nın yeni Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, "köklü Fransız dış politikası"nı derinden sarsacak bir değişim ve farklılık rüzgârı estirmeye hazırlanıyor. Sarkozy'nin sahip olduğu pozisyon ve yönettiği devletin konumu dikkate alındığında, ileri sürmekte olduğum iddialarımın ne derece tutarlı olduğu anlaşılacaktır. Sarkozy, Yahudi asıllı ve idealist kişiliğiyle; Cumhurbaşkanı seçilmesini müteakip, bütün güç ve imkânlarını İsrail Devleti'nin hizmetine sunmayı "milli bir görev" addetmişçesine, ciddi anlamda cesur tavırlar sergilemeye başladı. Onun en ciddi adımı, ideolojisine ve dünya görüşüne bakmadan, Dışişleri Bakanlığı koltuğu başta olmak üzere, "Büyük İsrail" projesine gönülden bağlı kişileri önemli yerlere getirmesidir.

 

Şimdilerde Sarkozy, her şeyden önce bütün gücünü, İsrail'in menfaatlerini önceleyen Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) için seferber ediyor. Bu yönüyle Sarkozy, İngiltere'den başka, ABD'nin "Afganistan ve Irak'ı işgaliyle başlayan 'küresel neo-emperyalist' yayılımına destek veren" ikinci büyük güç olarak ortaya çıkmış bulunuyor. Açıkçası, tek kutuplu dünya sisteminin Ortadoğu ayağını hizaya getirmeye çalışan ABD, Irak'ta yaşadığı sıkıntıları aşma ve Genişletilmiş Ortadoğu Coğrafyası (GOC)'ndaki işgal politikasına devam edebilme yolunda, Sarkozy sayesinde, çok ciddi bir desteğe daha sahip olmuş bulunuyor. Halbuki her ne kadar, bunca zamandır ABD-İsrail-AB mihverinden sıkça söz ediliyorduysa da, mihverin AB ucu fazla güven vermiyor ve her an eğilip bükülme ihtimaline sahipti. Ancak, Avrupa Birliği (AB) içerisinde Fransa'nın "belirleyici" rolü göz önünde bulundurulunca, durumun oldukça farklı bir noktaya varmakta olduğu kanaati netleşiyor.

 

Öyle ise, şimdilerde artık, "Büyük İsrail" projesinin arkasında ABD-İngiltere-Fransa üçlüsünden oluşan bir "yetkin çekirdek"in varlığından söz edilebilir. Dolayısıyla, Fransa'nın safı belli olduğuna göre; sadece İsrail'in bölgedeki ağırlığı değil, bizatihi ABD'nin de küresel ölçekteki üstünlüğü şaşırtıcı derecede artmıştır denebilir. Burada, dikkat çekici olan en önemli husus, "AB'nin küresel aktör olma hedefini ötelercesine" doğrudan ABD'nin yanında yer alan Fransa'ya karşı Almanya'nın nasıl bir tepki vereceği meselesidir. Fransa ve Almanya ikilisinin önündeki en zor sınav bu olsa gerektir. Çünkü, "geleceğin Avrupa'sını inşa etme" stratejik amacına birliktelik içerisinde emin adımlarla yürüyen bu ikilinin, "BOP ve Büyük İsrail" projelerinde aynı dilden konuşmamaları halinde, AB Projesi'nde ciddi çatlakların ortaya çıkması kaçınılmaz görünüyor. Zira Sarkozy, kendisini adamış olduğu "Büyük İsrail Davası" için her türlü "restleşmeyi" göze alabilecek bir inanç, karakter ve adanmışlık ruhuna sahip bir kişilik arz ediyor. O nedenle, Almanya ve dolayısıyla AB, çok ciddi bir sınavla yüzleşmeye aday görünüyor.

 

Pek tabii olarak ABD, önüne çıkmış olan fırsatı en iyi bir şekilde değerlendirerek, İsrail'in menfaatlerine kendini adamış durumdaki Sarkozy üzerinden AB'yi tamamen kontrol altında tutmanın hesaplarını yapıyor. Ancak, burada bir noktaya işaret etmek gerekiyor; Fransa'nın 600 yıllık "dış politika geleneği"nin bir çırpıda ortadan kaldırılması pek kolay olmayacaktır. Sarkozy'nin "aykırı çıkışlı dış politikası"nın temel parametreleri netleşmeye başladıkça, Fransa'nın "yıllara meydan okuyan dengeleme politikası"nın terk edilmekte olduğu bariz bir şekilde ortaya çıktıkça ve ABD'nin küresel hegemonya arayışında açılmakta olan gediklerden sızan kokular Fransa kamuoyunun burnunu sızlattıkça Sarkozy'nin de suyu ısıtılmaya başlayacaktır diye düşünüyorum. Açıkçası, küresel Yahudi sermayesinin dünya medyasındaki hâkimiyeti bağlamında meseleye yaklaşırsak; Fransız kamuoyunu, İsrail'in menfaatleri doğrultusunda yönlendirilme hususunda başarılı olunması da büyük ihtimal dâhilindedir.

 

Öte yandan gidişata İkinci Dünya Savaşı yıllarında (1939-1945), Almanya Başbakanı Adolf Hitler'in direktifleriyle, planlı bir şekilde "Yahudi Soykırımı" yapıldığı yönündeki iddialar çerçevesinde Almanya'nın İsrail'e tazminat ödemeyi kabul etmesi ve İsrail'in her türlü isteğine rıza göstermekte tereddüt göstermemesi hususu yönünden baktığımızda; Almanya'nın, Sarkozy Fransa'sının yeni politikasına gönülden destek vermek zorunda kalacağını düşünebiliriz. Zaten, Almanya'nın yeni Başbakanı Angela Merkel'in ABD'ye çok yakın olduğu, konuyla ilgilenen herkesin malumudur. Dolayısıyla, AB'nin motor gücü konumundaki Fransa ile Almanya'nın ve de AB içerisindeki "Truva Atı" rolündeki İngiltere'nin, "Büyük İsrail ve BOP" projelerinin başarısı için, ABD'nin yanında net bir biçimde yer almaları halinde, AB'nin diğer üyelerinin sesleri bile çıkmayacaktır. Demek oluyor ki, Fransa Lideri Nicolas Sarkozy vesilesiyle, hem İsrail'in menfaatlerine ve hem de ABD'nin alternatifsizliğini pekiştirmeye yönelik çalışmalar yapan odaklara daha gerçekçi bir destek sağlanmış oluyor.

 

Bu demek değildir ki, ABD-İsrail-AB mihverinin her istedikleri gerçekleşecek ve özellikle İslam dünyasındaki zulüm devam edecektir. Aslında, ABD'nin Afganistan ve Irak'ı işgali sürecinde "pasif biçimde de olsa" AB'nin desteği kesintisiz olarak sürmüştü ve hala daha sürmektedir. O halde, ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin şuanda yaşamakta oldukları başarısızlık, dışlanmışlık ve kayıpların, Sarkozy'nin açık desteği sayesinde ortadan kalkması pek mümkün görünmüyor. Fakat Sarkozy'nin teşvikiyle oluşacak olan "yeni dayanışma bloğu"nun kendine güveni artacağı için, Genişletilmiş Ortadoğu Coğrafyası'ndaki saldırganlık ve işgalleri artarak sürebilir. İnancım o ki; ABD-İsrail-AB mihverinin öncülük edeceği kapsamlı işgal politikasının başarı şansı sıfırdır; ancak, bütün Ortadoğu mahvolduktan ve milyonlarca insan zulme uğradıktan sonra, ne kıymeti kalır diğer olumlu gidişatın. Tabii ki, esarete düşmemek büyük bir nimet; ama gönül ister ki, insanlık gereksiz acıların olmadığı özgür ve bağımsız yaşam hakkını sürekli olarak elinde tutsun ve kimseye kaptırmasın.

 

 

Dr. Sıddık Arslan (drsiddikarslan@hotmail.com)