Cumhurbaşkanı Gül…

Ak Parti cenahından beklenen açıklama geldi: ‘Cumhurbaşkanı adayımız Abdullah Gül.’

 

Bu açıklamayla birlikte millet rahat bir nefes aldı. Bunu da bekliyordu zaten. Çünkü son seçimlerde, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde uğradığı mağduriyet ve bunun seçim malzemesi olarak kullanılması Ak Parti’ye en az on puan kazandırmıştı. Halk, hakkı elinden alınmış olan Abdullah Gül’ün yanında olduğunu söyledi. Amaç, onu teselli etmek değildi. Sayın Gül’ün yanında olduğunu söyledi çünkü elinden alınmış olan hakkı alma mücadelesinde onun yanında olacağının altını çizmişti.

 

Başbakan Erdoğan’ın şimdiye kadar net bir şekilde konuşmaması, ‘Benim için Gül’ün kararı önemlidir’ şeklinde iki ucu açık bir ifade serdetmesi, Sayın Gül’ün de ‘Evet, elbette adayım’ diyerek tavrını açık bir şekilde ortaya koymak yerine diplomatik bir üslup kullanarak, ‘meydanlardaki sesi duymazlıktan gelemem’ demesi, Abdullah’ın Gül’ün adaylığının spekülasyonlara açık hale gelmesine neden oldu.

 

Herkes konuştu. Halkın tavrı netti. Ve halk her fırsatta sözünün arkasında olduğunu, biraz da Sayın Başbakan ve Sayın Gül’e aba altından sopa göstererek ortaya koymaya çalıştı. Ne Başbakan Erdoğan ne de Abdullah Gül, halkın seçim sonrası mesajlarını görmezlikten geldiler. Seçim mesajı kadar, seçim sonrasında da etkili mesajlar verdi halk.

 

Halkın netti tavrı. Ancak konuşması gereken ve tavrı net olmayan başkaları da vardı. Onlar hem Abdullah Gül’ün hakkının elinden alınmasına hem de Türkiye’de sistemin tıkanmasına çanak tutmuşlardı. Seçim meydanlarında birçok şeye rağmen, umduklarını bulamadılar. Şimdi masa başında nasıl bir zafer elde edebiliriz diye hesap yapıyorlar.

 

Hafif pişkin bir şekilde gülümseyerek, kendilerine yeni bir yöntem belirlediler. Şeytanın sağdan yaklaşması, yöntemiydi bunun adı. Onlar da sağdan yaklaştılar. Oysa neticede amaçları öncekinden hiç de farklı değildi. Abdullah Gül’e, ‘Sen birçok yönüyle Cumhurbaşkanlığına ehil birisin, ama halkın ve ülkenin selameti için bundan ‘feragat’ etmelisin’ dediler. Hem de halktan her iki kişiden birinin Abdullah Gül’ü desteklediğini bile bile…

 

Anayasayı anlama tekeline sahip olduğu anlayışını kendisinin ve bir kısım çevrelerin kendisine biçtiği emekli hukukçu zat ise, anayasanın esrarını ortaya koyma noktasındaki o nadide yorumlarından birini daha ortaya atarak, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte dokunulmazlığının kalkacağını ve yargılanabileceğini buyurarak, Abdullah Gül’ün kalbine korku salmaya çalıştı.

 

Ak Parti’nin seçim öncesinden daha güçlü olduğunu fark eden sistem tıkayıcıları, Başbakan Erdoğan’ın ‘uzlaşı’ ifadesine sözüm ona sinsi bir şekilde sarıldılar. Baraj seviyelerinde oy aldıkları halde, uzlaşma sözünü dillerine pelesenk ederek, kendi muradlarına erebilecekleri zehabına kapıldılar. Meclis Başkanlığı seçimini bunun için bir argüman olarak hep alkışladılar.

 

Ak Parti, Cumhurbaşkanlığı için adaylarının Abdullah Gül olduğunu söyleyince, CHP Genel Başkanı Baykal, sosyal demokrat kimliğini bir kenara bırakarak, Cumhurbaşkanlığının sadece Meclis tarafından seçilemeyeceğini, kurumlararası bir mutabakatın olması gerektiğini söyledi.

 

Şimdi nereden çıktı bu? Meclis Cumhurbaşkanını seçemesin diye 367 şartında direten Baykal’dı. Bunun için Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin iptal edilmesine bile sebep olmuştu. Bugün bu şartın gerçekleştirilebileceğini gördüğü için, Cumhurbaşkanlığının yasal prosedürü içerisinde gerçekleşmemesini istiyor olsa gerek ki, bu iş sadece Meclis’in işi olamaz, diyor.

 

Neden Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olmasın? Halkın hassasiyetleri konusunda hassas, mütedeyyin ve eşi başörtülü biri Cumhurbaşkanı olursa ne olur?

 

Bu anlayışı, kendisine seçimlerde ciddi bir oy kaybına neden olduğu halde, Sayın Baykal neden bu ilginç ısrarını sürdürüyor? Halk devletle kucaklaşmaya bu kadar istekli iken, devletin halkla kucaklaşmasını kim ne hakla geciktirmek isteyebilir? Yoksa birileri hâlâ kendilerini ‘ev sahibi’, halkı misafir olarak mı görüyor?

 

Asıl mesele Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığına seçilmesiyle başlayacak. Cumhurbaşkanı Gül, ‘ev sahibi’ mi yoksa ‘misafir’ mi olacak?