Çözümü Kemalistler zorlaştırıyor

Kemalistler, AKP'nin kadınları başörtüsü takmaya zorlamasından değil, halk üzerindeki tahakkümlerini kaybetmekten korkuyor. Oysa iradelerini dayatanlar, mücadeleden başka seçenek bırakmayarak çözümü zorlaştırır

CNN ve diğer birçok televizyon kanalının haberlerinde, Türkiye'de ordu ve Kemalistlerin rahatsızlığının kaynağının 'Müslüman birinin cumhurbaşkanı seçilmesi ihtimali' olduğuna dair ifadeler yer aldı. Bu bir dil sürçmesi değildi. Zira Türkiye'de laikler 'Müslüman' ifadesini İslamcılardan söz ederken kullanıyor. Kemalistler rakiplerinin gerçekten Müslüman olduğunu itiraf ediyor ancak bunu İslam'ı bütünüyle reddederek açıklıyorlar. Halihazırdaki cumhurbaşkanı, ABD Başkanı George W. Bush'un Türkiye'nin 'İslamcı' demokrasisine yönelik övgüsüne, "Demokrasimizin İslam'la hiçbir ilişkisi yoktur" diye karşılık vererek bu durumu ifade etmişti.

Aslında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in, Türkiye demokrasisinin gerçek demokrasiyle de hiçbir ilgisi olmadığını eklemesi mümkündü. Zira demokrasi, vesayet veya aracılar olmaksızın halkın kendi kendisini yönetmesidir. Ordunun ve bürokrasinin siyasi çalışmaya yönelik süregelen müdahalesi, Türkiye'de bu şartların bulunmadığına işaret ediyor.

Ordu sanki silahlı bir siyasi parti

Ordu dolduruşlarda bulunuyor, uyarılar yapıyor ve seçilmiş hükümetleri devirmek için tanklarını harekete geçiriyor. Bürokrasi ve özellikle de hukuk, düşünceler ve inançlarla ilgili suçlamalarla partileri kapatma ve seçilmiş yetkilileri yargılama hakkını kendinde buluyor.

Oryantalistlerin piri Bernard Lewis, 1994'te yazdığı bir makalede Türkiye'yi tek 'Müslüman demokrasi' diye nitelemişti. Sezer ve Kemalist yandaşları, bu nitelemenin ikinci şıkkı, yani 'demokrasi' kısmına odaklanıyor. Fakat Lewis, Türkiye'nin iktidara barışçıl geçiş noktasında 'Huntington şartı'nı yerine getirmesini bu demokrasinin İslami kimliğine yönelik delili olarak gösteriyor. Bu başarıyı Türkiye'nin hiçbir zaman sömürülmediği ve uzun zamandır Avrupa'yla bağlantı içinde kaldığı iddiasına da dayandırıyor.

Lewis, ordunun siyasete tekerrür eden 'müdahaleleri'ni de, askerleri iktidarı sivillere tekrar verip kışlaya döndükleri için överek geçiştiriyor. Ayrıca, Kürt azınlığa yönelik süregelen baskıları ve onların temel haklarından mahrum bırakılmasını es geçiyor. Müslüman çoğunluğun dini haklarından mahrum bırakılmasına da değinmiyor. Türk ordusu, halkı temsil açısından normal bir ordu sayılamaz; sadece katı Kemalistlere katılım izni verilen silahlı siyasi bir partiden ibaret.

İroni, Türkiye'nin demokrasiye geçmişten daha fazla yaklaşmış olmasında. İslamcılar, AB üyeliği şartlarını ordu ve Kemalist kurumun bazı tahakküm araçlarını çözmek için baskı amacıyla kullandı. Bu durum seçilmiş hükümetin makul ölçüde gerçekçi bir yönetimden beslenmesini sağladı. Fakat Kemalistler şu an kaybetmekten korktukları cumhurbaşkanlığı makamı kanalıyla tahakkümü bir ölçüde muhafaza etti.

Tayyip Erdoğan hükümetinin önünde iki tercih var. İlki seçim sandığı ve halk desteği kanalıyla tam demokrasinin uygulanmasına çalışmak. Bu strateji tehlikelerle dolu.

Çünkü AKP'nin seçimlerden başarıyla çıkması ordunun doğrudan müdahalesi anlamına gelir. Başarısız olmasıysa demokrasi taraftarlarının taleplerine öldürücü bir darbe vurur. İkinci tercihse, cumhurbaşkanlığına demokratik eğilimlere sahip laik bir ismi seçerek laiklerle ortak bir çözüme ulaşılması. Halihazırdaki en ferasetli çözüm bu.

Erdoğan mücadeleyi seçti

Ortak bir çözüm bulunmasındaki paradokslardan biri de, Kemalistlerin endişelerinin kendi haklarının ihlaliyle değil, başkaları üzerindeki tahakkümlerinin kaybolmasıyla ilgili olması. Kemalistlerin Abdullah Gül'e dair duyduğu endişe, Gül'ün Türk kadınlarına başörtüsünü dayatacak olmasından değil, eşinin başörtüsü takmasından kaynaklanıyor. Hiç kuşkusuz kendi iradesini başkalarına dayatarak huzur bulan taraf, hem kendisini hem de başkalarını mücadele dışında bir çözümü bulunmayan zor bir konuma koyuyor.

Erdoğan ve ekibi görüldüğü gibi mücadele etmeyi seçti. Halk desteğine güveniyorlar. Kamuoyu anketleri de bu desteğin varlığını gösteriyor. Fakat bu durum mücadelenin tehlike barındırmadığı anlamına gelmez.

Burada şaşırtıcı olan Batı ve AB'nin tavrı. Şu ana kadar ordunun iktidara müdahalesine dair yüz kızartıcı yorumlar dışında hiçbir açıklamada bulunulmadı. Bunlar başka bir ülkede yaşansaydı çokça gürültü çıkarabilecek başkentlerin çoğunda tam bir suskunluk vardı. Fakat bu durum kimseyi şaşırtmamalı veya üzmemeli.