Çözülüyor

Çözülüyor...

Militarist devlet çözülüyor. Tıpkı o şarkının sözlerindeki gibi “çözdükçe dolanıyor.” Dolandıkça daha da çözülüyor. Türkiye sivilleşme yolunda sancılı biçimde ilerliyor. Ülkemiz Cumhuriyet tarihi boyunca ilk kez tabandan gelen dinamiklerin direngen gücüyle Bonapartist “teamülleri” yıkıyor. Adını koymaktan kaçınmayalım, “devrimsi” bir durum yaşanıyor. YAŞ’ta yaşanan asker ile siviller arasındaki bilek güreşi ya da iktidar kavgası bu dediğim durumun en son ama çok önemli kanıtlarında biri. Ayrıntıları, hangi generalin ne yapmak istediği, kimin önünün kesilmek istendiği o denli önemli değil. Önemli olanı, yaşanan bu gerilimin toplam tarih birikimi içindeki anlamı.

Tarihin deviniminin dilini çözmeden sol da, Marksist de olunamazdı aslında. Gerçek tarih bilgisine sahip olmadan tarihin gidişatına müdahil olmaya çabalamakla ancak saçmalayabilirdik. Geçmişte elbette pek çok doğrumuz da vardı ama genelinde saçmalamıştık. Ne yazık ki sol adına saçmalayanlar hâlâ var.

Devrim denince akla gelen, bayrağına devrim yazmış bir parti ve onun öncülüğünde kitlesel bir başkaldırı olacağıydı. Böyle bir durum yoksa (veya biz yoksak) olan bitenin bize göre kıymeti harbiyesi de yoktu. Siyasetteki öznelerin ideolojilerinden ve öznel tüm niyetlerinden bağımsız olarak tabandan gelen tarihsel değişim dalgasının toplumu devrimci bir değişime sürükleyebileceği konusunda ciddiye alınabilir hiçbir fikrimiz yoktu. Daha önce de birkaç kez anımsattığım gibi Engels’in “Bazen tarih doktrinin dümenine geçer yanlışa doğru yaptırır” sözünün farkında bile değildik. Aynı nedenle de bizlere rağmen ortaya çıkan toplumsal derin değişim süreçlerine müdahil olmak gibi bir perspektif de bizden uzaktı. Değişime müdahil olmadan da solun bir varlık gösteremeyeceğini anlayamıyorduk bir türlü.

Bugün solun AK Parti’ye, Anayasa değişiklik paketine, referanduma “hayır” ya da “boykot” diyen şaşı bakışının temeldeki nedeni bu. AK Parti ile ilgili saplantıya varan önyargıların yarattığı “baktığını görememe” hali nedeniyle toplumda alttan gelen devrimsi değişimin farkında değiller. Bu şaşı bakışı en iyi kanıtlayan şey ise: “Ne yani AK Parti devrimci bir parti mi” diye sormaları. Ne AK Parti’nin kendisi ne de başkaları bu iddiada oldu. Aksine AK Parti muhafazakâr bir parti. Fakat görülmesi gereken mesele de tam burada: AK Parti örneği kanımca, Engels’in sözünü ettiği tarihsel duruma uygun düşen ilgi çekici bir örnek. Neredeyse 2002’den bu yana bu kanaati taşıyorum ve söylüyorum. Yaşanan somut olaylar bu kanımı gözden geçirmek zorunda bırakmadı beni. Son örnek ise YAŞ nedeniyle açık biçimde gözlediğimiz sivil-asker geriliminin had safhaya yükselmiş olmasıdır.

Geçmişte ordu üst kademelerinde atamalara ilişkin benzer gerilimler yaşanmış olsa da şimdiki onlara hiç benzemiyor. Çünkü konjonktür farklı. Hükümette militarist rejimin sahiplerince hiç istenmeyen, devrilmesi istenen bir parti, AK Parti var. Bu parti “muhafazakâr demokrat” kodları içinde bir değişim istiyor. Fakat konjonktür AK Parti’nin niyetlerini, perspektifini aşan biçimde kendisini daha ileri değişim rüzgârlarının peşine takıyor. Bu durum aynı zamanda Kürt açılımında gördüğümüz yalpalama ve geri adımlarının da, yanlış uzlaşma arayışlarının da nedeni.

Bu durum doğru yere bakmayı zorunlu kılar. AK Parti’ye değil militarist rejimin yandaşlarına bakılmalı. “Niye AKP’ye bu denli karşılar” diye sorulmalı. Bu soru AK Parti konusunda kafa karışıklıklarını da çözer. AK Parti’ye karşı olan militarizm (asker-sivil) sola da karşı ola gelmedi mi hep? Militarizm 27 Mayısları, 12 Martları, 12 Eylülleri yaratan değil mi? Kürt meselesinin çözümüne karşı olan da militarizm değil mi? Fırat’ın doğusunda 17 bin faili meçhul cinayetin sorumlusu militarizm değil mi? Dağlıca baskının, 33 askerimizin ölümünün sorumluları onlar değil mi?

Militarizm devlet içindeki konumlarını koruyabilmek için iç savaşı bile göze almış durumda. Eğer koşulları olsaydı darbe yapmaktan bile geri durmazdı. Bu olasılık tümden yok olmuş da değil. Türkiye işte böylesi tehlikeler içinden yürüyerek sivil demokrasi yönünde köklü demokratik değişimlere doğru adım atıyor. Bu durum “devrimsi durum”dur. Her devrimsi durum gibi bu değişimler de statükonun “karşı-devrimsi” direnciyle karşılaşıyor.

Anayasa değişiklik paketi ve referandum bu söylediğim koşullarda kendi taşıdığı özgül ağırlığının ötesinde tarihsel bir ağırlık ve anlam kazanmış durumda. Aynı nedenle söylemek zorundayım ki referandumda “hayır” ya da “boykot” bu devrimsi değişim sürecini görememek anlamına gelmekte.

Ne iyi ki, solda içimizi ferahlatan EDP, DSİP gibi örnekler var. Ne iyi ki, referandumda “evet” için kolları sıvamış pek çok solcu ve pek çok sivil toplum inisiyatifi var.

 

Kaynak: Taraf