Obama'nın dış politikasını yapılandırırken Kissinger tarzı kısasa kısas ani geri tepmelere yol açan itinalı dengeleme stratejisinden ziyade, küresel kurumlara bel bağlaması gerekiyor. Çok kutuplu bir dünyada temel aktörler arasında güven inşa edecek küresel kurumlara ihtiyaç var.
Amerika'nın tek kutuplu anı sona erdi. Yeni başkan Barack Obama'nın dış politika sorunlarının üstesinden gelebilmesi için artık çok kutuplu bir küresel düzenin şekillendirilmesi kritik önem taşıyor.
A. Wess Mitchell, Los Angeles Times'ta yayımlanan 23 Kasım tarihli 'Obama'nın çok kutuplu anı' başlıklı yazısında ikna edici bir dille 'Soğuk Savaş sonrası ABD'nin stratejik el kitabından ve bilhassa Bush yönetiminin küresel güç projeksiyonu için sarf ettiği kör çabalardan kökten bir kopuşu' savunuyor. Buraya kadar ne âlâ.
Ancak pek ikna edici olmayan şey, Mitchell'ın önerdiği 'yeni' strateji. 'ABC' yaklaşımı (müttefikler, anlaşmalar ve kontrollü güç dengesi), kurnaz bir çözüm haricinde, Henry Kissinger'ın eski gerçekçi el kitabına dönüşten başka bir şey ifade etmiyor: Mitchell 'Amerikan demokrasisinde derinlerde kök salmış' dış politika gerçekçiliğinin temel ilkelerini pazarlamaya çalışıyor. Bu, 19. yüzyıl Metternich Avrupasına sürekli göndermeleri hiçbir zaman Amerikan siyasi hayal gücünde yankılanmamış olan önde gelen gerçekçi Kissinger'ın bile Richard Nixon ve General Ford döneminde dışişleri bakanıyken başaramadığı bir söylemsel marifet.
Berlin'de müjde vermişti
Herhalükârda eğer bizi yanlış istikamete yönlendirmeseydi güzel bir deneme olurdu. Mitchell'ın denetlenmiş güç ve karşılıklı dengelemeyle ilgili benzetmesi yanlış ve bunun peşinden gidilirse hem ABD'nin ulusal çıkarları hem de ortaya çıkan çok kutuplu dünyanın selameti açısından son derece tehlikeli olur. Dengelemenin 'itinalı dansı', Mitchell'ın bahsetmediği çok önemli bir unsurdan dolayı sadece dahili düzeyde işe yarar: Kurumlar. Bu durumda en önemli kurum, güvenin kurumsallaşmasını sağlama yönündeki en mühim katkısıyla, ABD Anayasası'dır. Oyuncular, dahili arenada yenilgiyi kabul eder, zira bu kez yenememiş olsalar bile yol kurallarının ileride onlara bir başka fırsat sunacağına güvenirler. Sözgelimi, Al Gore ve Demokratların 2000 seçiminde yenilgiyi kabul etmeleri bu yüzdendir.
Uluslararası arenadaysa küresel bir anayasa yok. Mitchell'ın önerdiği, durum bazında dengeleme meselesi de bundan dolayı tehlikeli. Terazinin kefelerindeki ülkeler ne ikinci bir şansa ne de bir anayasayla sağlanan etraflı korumalara güvenir. Bu yüzden karşı koyarlar. ABD'nin 1980'lerde Saddam Hüseyin'in Irak'ına verdiği destekle kendisini 'dengelenmiş' bulan İran meselesinde olduğu gibi. Aynı şey, Washington'ın yakın geçmişte imzalanan ABD-Hindistan nükleer anlaşmasının merkezindeki bu talihsiz dengelemeyi sürdürmesi halinde Çin'le de söz konusu olabilir.
Kısasa kısas ani geri tepmelere yol açan Kissingercı dengeleme yerine, çok kutuplu bir dünyada temel aktörler arasında güven inşa edecek küresel kurumlara ihtiyacımız var. Obama bu anlamda iyi haberlerin müjdecisi gibi. Geçen yaz Berlin'de yaptığı konuşmada "Artık dünya genelinde bizi Atlantik'te bağlayan kadar güçlü yeni köprüler inşa etmenin zamanıdır. Artık sürekli işbirliği, güçlü kurumlar, ortak fedakârlık ve 21. yüzyılın engellerine göğüs germek üzere sürece küresel bir bağlılıkla birleşmenin zamanıdır" vurgusu yapmıştı.
G-8'in miadı doldu, sıra G-20'de
Bu abartılı bir istek değil. Obama, Kissinger'ın özelliklerinden değil, Franklin D. Roosevelt'in düşünce yapısından ilham almak konusunda ihtiyatlı. Roosevelt'in 'isteme özgürlüğü' ve 'korkusuzca hareket etme özgürlüğü' kavramları, 1945 sonrasında küresel ve bölgesel kurumlara dayanan dünya düzeninin BM ve AB gibi payandalarına ilham vermişti.
Bununla birlikte çok kutuplu bir dünyanın karmaşalarına göğüs gerecek küresel kurumların inşası kolay bir iş olmayacak. Çin'i, Hindistan'ı, Brezilya'yı ve diğer yükselen güçleri küresel sistemin ortak risk alıcılarına dönüştürmeyi gerektirecektir. Uluslararası toplumun kurallarını ihlal edenlere karşı koymakla birlikte aynı zamanda iletişim kanallarının açık tutulması anlamına gelecektir. BM, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu gibi mevcut kurumların baskı yapan küresel sorunlar ve küresel güç değişiklikleri gerçekleriyle yüzleşmeye uygun hale getirilmesi anlamına gelecektir. Sanayileşmiş ülkelerin oluşturduğu G8 gibi miadı dolmuş kurumların rafa kaldırılmasını ve G-20 gibi yeni biçimlere yatırım yapılmasını da gerektirecektir.
Obama, ancak, 19. yüzyıl Avrupa devletçiliğinin güvenilmez hikmetine başvurmak yerine 21. yüzyıl kurumları için yatırım yapması halinde dünyanın çok kutupluluk için güvenli kılınmasına yardımcı olabilir. Ve eğer gerçek bir küresel yaşam öyküsüne sahip ilk Amerikan başkanı buna öncülük edemeyecekse kim edebilir?
(Kâr amacı gütmeyen Berlin merkezli düşünce kuruluşu Küresel Kamu Politikası Enstitüsü'nün kurucularından, 3 Aralık 2008)
Kaynak: Radikal