Çok aklı başında kızlar

 


          Şule, Nuray, Merve... Malburg'dan gelen öğrenci arkadaşlarla; Frankfurt'u yüksek tepelerden izler gibi izliyoruz, bir gökdelenin sırtlarından. Frankfurt bir gökdelen şehri. Halime Seher ev sahibi sayılır; asansörden iner inmez mutfağa koştu. Akşam namazını cemaatle kılıyoruz. Namazı Şule kıldırıyor. ... Tilaveti çok etkileyici, imamlığı başarılı. "O kadar da olacak, imam-hatip mezunuyum ya", diyor.
         Şule 2000 yılında gelmiş Almanya'ya. İstanbul İlahiyat'a girmesi mümkün değilmiş çünkü. 28 Şubat'ı izleyen yıllar.... Bu kararı vermesi kolay olmamış. Fakat şimdi Almanya'ya gelme konusunda iyi bir karar verdiğine inanıyor. Üniversite öğrenciliği bağlamında bir sıkıntısı yok. Üniversiteyi bitirdikten sonra Türkiye'ye dönmeyi düşünüyor. Özel sektörde çalışacak ister istemez.

         Üniversite çevresinde çok hoşlandığı, iyi bir iletişim içinde olduğu Almanlar var. Yalnız, bazen cadde ve sokaklarda tatsız muamelelerle karşılaştığı oluyor.

         "Gözlerde bir merak. Niye böylesin?" "Adın ne?" sorusunun hemen ardından gelen soru bu: "Niye başını örtüyorsun ki?"

         "Yaşlı olanlar seninle asansöre binmeyebiliyor. O tedirginliğı duyup geri çekiliyorsun zaten."

         Bir arkadaşı katolik bir kuruma ait bir huzurevinde staj yapıyor. Yaşlılarda başlangıçta hissedilen tedirginlik, kurulan ilişkilerle değişiyor. "Aaa ne ilginç, kimleri görüyoruz buralarda, bir zamanlar bu memlekette de başını örten kadınlar vardı!" diye yorumda bulunuyor, bir yaşlı kadın. (Meral Akkent-Gaby Franger'in hazırladığı "Başörtüsü" (Dağyeli, Frahkfurt, 1984) isimli kitapta, başörtüsünün Almanya'da yakın tarihlere kadar kullanıldığını anlatan örneklere yer veriliyor ya...)

         Dindar Türk nüfus, genel olarak müslüman nüfus, günümüz Almanyası'nın göz ardı edilemez bir gerçeği. Televizyon reklamları, bu gerçeğin ayırdına varıldığının göstergesi. Özel bir şirket 50 bin euro karşılığında bir evi size ipotek ediyor. Siz bu ipoteği kira ödeyerek kaldırıyorsunuz. Bu şirketin reklamında personelin hepsi başörtülü kızlardan oluşuyor. Faizsiz alış-verişe bir gönderme. Evlerde ezan okuyan saatler. Kâbe imamlarının sesleri. "Ben İstanbul ezanlarını özlüyorum", dedi Halime. Sultanahmet'in münavebeli ezanları. Üsküdar sahilleri... Saba, Rast, Hicaz...

         Merve, imam-hatip mezunu. Türkiye'de üniversite sınavına girmiş ve özel bir üniversiteyi kazanmış. Fakat önceden de bu konuda düşündüğü için bu üniversiteye başvuruda bulunmadan, dosdoğru Almanya'ya gelmiş. Bir yıl içinde Almanca'yı öğrenmiş. Mimarlık öğrenimi görüyor. Başlangıçta çok çalıştığı halde, gide gide, biraz da sosyalleşmeye açık olduğu için, azaltmış ders çalışmayı.

         Başörtüsü konusunda üniversite dışında tepkilerle karşılaştığı oluyor. Mimarlık öğrenimine özgü grup çalışmaları nedeniyle de ister istemez daralıyor çevre, kendi içine doğru bir kapanma yaşanıyor. Üniversitede her kesinden Türk öğrenciyle bir dayanışma içindeler. Alevi, Kürt, farketmiyor... Almanlarla ise arada aşılmaz bir sınır var sanki.

         Nuray, 2001'de gelmiş Malburg'a. Bu zaten beklenilen bir yolculukmuş; ailesi Almanya'da yaşıyor. Babası bir zamandır Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı olarak görevli bu ülkede. Türkiye'de tıp okumak istiyormuş, sınavı kazanamadığı için bunalıma girmiş. Ailesi de kızları yanlarında olsun istemiş. Dil kursunun ardından işletme okumaya başlamış.

         Almanlar arasında çok iyi dostları var. 'Niye geldiniz sanki?" sorusuyla pek karşılaşmıyor. Gerçi bir keresinde, "Ah başörtülüler, yine mi siz; bu ülkeye niye geldinizse, şeklinde başlayarak uzayıp giden sözlü bir tacize uğramış bir taşıtta. Sahi, daha farklı bir tacize ise üniversitede maruz kalmış: "Üniversite kafeteryasında oturuyorduk, arkadaşım  Neşe ile. Tuvalete gittim. Kapıyı açar açmaz yaşlı bir kadınla yüzyüze geldim. Tuhaf görünüşlüydü. Kabinlerden birine girdim. Ben kapıyı kilitler kilitlemez kadın konuşmaya başladı. Ben önce telefonla konuştuğunu sanıyordum, ama giderek yükseliyordu sesi ve belli ki bana sesleniyordu: "Gidin, defolun ülkemizden, buraya ayak uyduramıyorsanız gidin, zaten hepiniz teröristsiniz! Tuvalet kağıtlarını da boşu boşuna harcamayın. Buraya ayak uyduramıyorsanız, defolup gidin bir an önce"

         Doğrusu ya, korkmuş Nuray ve cep telefonuyla arkadaşı Neşe'ye ulaşmaya çalışmış. O arada kadının kapıyı çarparak lavabodan çıktığını duyunca, rahatlamış.

          Şair Halime Seher Çevik, eş durumundan Almanya'da bulunuyor. Daha önce Danimarka'da da yaşamış. Müslümanlara karşı önyargıları kırma konusunda kişisel iletişimin önemli olduğu kanısında. Danimarka'da olsun, Almanya'da olsun, bu kanaatini doğrulayan örneklerle karşılaşmış. Bunlardan birini anlatıyor: "Cuma namazından dönerken bir Türk lokantasından pide aldık. Komşumuz olan bir kadın, bahçeyle uğraşıyordu. Pideleri gördü. "Lahmacun mu?" diye sorunca, hemen ikram ettim. Ellerindeki toprakları silkeleyerek aldı, yedi. Sonra benim için bir çiçek koparttı, yanından ayrılırken de çiçeğin yanına katabileceğim uygun yapraklar aradı."

         Danimarkalılar'ın müslümanlara karşı Almanlar'a göre daha saygılı ve güleryüzlü olduğu kanısında Halime Seher; karikatür krizine rağmen. Almanlar kolaylıkla tebessüm etmiyor başörtülü bir kadına. Temkinliler. Ayrıca kolay alışılamayan bir arkadaşlık ya da komşuluk algıları var, bir Türk'e göre. Mesela hediye vermeyi bir Alman, Bir Türk gibi karşılamıyor. Türkiye'den dönerken kendisine bulunduğu yöreye özgü bir ürünü hediye getiren komşusuna tepki gösteriyor: "Sen bana bu hediyeyi niye getiriyorsun? Neden? Sakın bir daha yapma bunu!" şeklinde sert bir tepki görebiliyor, hediye götüren Türk, komşusu veya arkadaşından. Alman ailelerin komşuluk ilişkilerindeki mesafeye alışmak kolay olmuyor Türkler için. Çat kapı gidemezsiniz Alman komşunuza. Gitmişseniz ve ailede sofrada bulunuyorsa o sırada, "Biz yemek yiyoruz, sen otur şurada biraz" denilmesini yadırgıyor, teklifsiz Türk misafir.

         Türk kadınlarıyla, müslümanların hayat tarzıyla ilgili yanlış bir resim var, fakat bu resim iki yanlı olarak sabitlenmiş bulunmakta... İlk gelen kuşağın kadınlar bağlamında bıraktığı olumsuz izlenimlerden vazgeçmek istemiyor, yaşlı Almanlar. Kaldı ki o kuşak, alt sınıf hizmetliye ihtiyaç duyan bir Almanya'ya, gelişme yolunda gerekli sıçramayı yapabileceği ağır bir hizmet sunmuştu. Bir kasaba hayatı tecrübesinden bile uzak köylülerimizin Avrupa şehirlerine gönderilirken Türkiye'de bir kursa tabi tutulmamış, bilgilendirilmemiş olmamalarının yol açtığı travmaların etkisi hâlâ sürmekte. Polonyalı göçmen hemen uyum sağlıyor bu ülkeye, ama bir Türk uyum sağlama konusunda bir dirence sahip. Gri, beyaz, siyah giysileri yeğliyor tesettürlü kadınlar veya öğrenciler, dikkat çekmemek için; Halime Seher'e göre. "Fakat artık başörtülü bir kadının veya sarışın bir Alman'ın kafasının içindekileri görmek önemli. Hep savunma psikolojisi içindeyiz. Oysa bizim de ileri adımlar atabilmemiz gerek. Ramazan dolayısıyla Alman bir aileyi iftara çağırdık. Ailenin erkeği oruç tutmuş, iftara geldiği için. Oruç tutmak hoşuna gittiği için de bayrama kadar oruç tutmaya devam etmiş."

         Türk ailelerini yakından tanıdıkça, Alman ailelerde olumlu bir merak oluşmaya başlıyor. "Bizim çocuklarımız kalkıp bir bardak su vermeye yanaşmaz bize, istediğimizde. Siz nasıl bir terbiye veriyorsunuz çocuklarınıza ki yardımcı oluyorlar bu kadar...."

         Esasında yeni kuşak Türk gençleri, iki kültür arasında kalmanın ezikliğini taşıyorlar. O nedenle de çoğu Türk aile, bir denge kurmak amacıyla çocuğunu evlendirirken Türkiye'den bir eş getirmeyi tercih ediyor.

         Bu konuyu fuarda mihmandarım Fadime ile de konuşmuştum. İki yaşında geldiği Almanya'dan ayrılmayı düşünmüyor, fakat bir Almanla evlenmek de istemiyor. Hayır, Türkiyeli bir erkekle de evlenemez. Türkiyeli bir erkeğin kendisini anlayabileceğini sanmıyor. İdealindeki eş tıpkı kendisi gibi Almanya'da büyümüş bir Türk genci olabilir.

         Konu konuyu açıyor. Kızların Malburg trenine yetişmesi gerek. Gökdelenin tepelerinden inerek Seher Halime'nin eşinin arabasına doluşuyoruz. Malburg yolcularını istasyona ulaşabilecekleri bir yerde bırakıyoruz. Ne istediklerini bilen başları dik kızlar, hepsi de. Hızlanan yağmurun artırdığı karanlıkta kayboluşlarını izliyoruz bir süre.

         Bizse bir süre daha öylesine dolaşacağız Main köprülerinde, yağmura rağmen; bir önceki yazımda anlattığım gibi.  

         Frankfurt birkaç gün içinde keşfedilecek bir şehir değil. Kısmet olur, belki yine düşer yolumuz. Halime Seher ile dergilerde, edebiyat ortamlarında buluşmamız mümkün olabilir. Fakat 28 Şubat'ın soğuk rüzgarlarının Almanya'ya savurduğu Şule ile, Merve ve Nuray ile kimbilir ne zaman karşılaşırız bir daha...