Çocuğun hem psikolojik hem de fiziksel bakımdan sağlıklı gelişiminde aile içindeki psikolojik atmosfer belirleyici bir rol oynar. Anne baba ve çocuğun bakımıyla ilgilenen diğer kişilerin; birbirleriyle uyumlu, sınırlar ve serbestlikler konusunda tutarlı, çocukla sıcak ve sevgi dolu bir ilişki geliştirdiği aile ortamlarında yetişen çocuklar, kendileriyle ve çevreyle barışık ilişkiler kurabilme potansiyeli taşırlar.
Türkiye gibi hızlı sosyal değişme yaşayan ve geleneksel ebeveyn tutumları ile daha modern sayılabilecek tutumları bir arada barındıran toplumlarda, anne babaların çocuk yetiştirme tarzları ve davranışları, zamana ya da kuşağa, bölgeye, alt kültüre vb. birçok özelliğe göre değişkenlik gösterebilir.
Modern aile tipi ve tutumları
Günümüzde, özellikle büyük şehirlerde çocuğun anne dışında farklı kişilerle de (anneanne, babaanne, bakıcı gibi) vakit geçiriyor olması, çocuğun büyürken farklı tutumlarla karşı karşıya kalmasına sebep oluyor. Aşırı koruyucu kollayıcı yaklaşım ile demokratik, aşırı hoşgörülü tutum arasında gidip gelen bu tutumlar yalnızca ebeveynleri bocalatmıyor, çocukların da kafalarının karışmasına sebep oluyor. Aynı davranışa anneanneden farklı anneden farklı geri dönüşüm alan çocuklar, farkında olmadan her iki tutuma göre konum belirlemeyi öğreniyorlar. Sıklıkla duyulan “bu çocuk bizi kullanıyor” serzenişi, buradan bakıldığında çocuğun büyürken karşılaştığı farklı tutumlara farklı stratejiler geliştirebilme becerisi kazanması anlamına da geliyor.
Çalışan annenin çocuğuna kendi annesinin baktığı durumlarda kadının daha minnet ve teslimiyet odaklı davrandığı göze çarparken, babaanne ya da bakıcıya bırakılan çocuklar annenin bakım veren diğer kişiyle yaşadığı çatışmanın tam ortasında kalabiliyor. Büyük şehirlerin küçülen ailelerinde yetişen bu çocukların; oyun arkadaşlarından mahrum, oyuncak bolluğuyla evde zapt edilemez hale gelmesi, ebeveynleri erken yaşta evin dışında bir “oyun/okul ortamı” arayışına itiyor. Aslına bakarsanız çocuğa bakım veren kişi kim olursa olsun bir süre sonra çocukla kurduğu ilişkinin çocuğa yetmediği gerçeğiyle yüzleşiyor. Genellikle çocuğun 2-3 yaşlarına tekabül eden bu yüzleşme, sosyokültürel ve sosyoekonomik koşullara bağlı olarak erken yaşta okullaşmayla ya da yalnızca bir ihtiyaç olarak hissedilip kalmasıyla sonuçlanıyor.
Buraya kadar çerçevelendirdiğimiz, ebeveynlerin çocuğun okula başlamasına daha erken ihtiyaç duydukları konusunda, pek çok kesim birleşiyor. Tepki gösterilen asıl kısım ise 2-3 yaşlarındaki çocuklar için okul öncesi eğitimin zorunlu hale gelmesi. Çünkü bu yaşlarına kadar gerek anneleri gerekse kendilerine bakım veren diğer kişiler tarafında koruyucu, kollayıcı bir tutumla yaklaşılmış çocukların, yalnız başlarına okul ortamında kalmalarını aileler göze alamıyor. Üstelik toplumumuzun önemli bir kısmı çocuğu okula göndermeyi, hele erken yaşta göndermeyi, çocuğu başından atmak olarak görüyorken bunun bir zorunluluk olarak dayatılmasını elbette kabul edemiyor. Dolayısıyla 2-3 yaşlarından itibaren başlaması beklenen bireyselleşme, sosyalleşme adımlarını ailelerin desteklemesi ve uyum sağlaması için öncelikle bu kolektif algıdan kurtulmak gerekiyor.
Erken yaşta eğitimde batı modeli
Eğitim sistemlerinde sık sık düzenlemelere gitme gereği duymayan ülkelerde 2-3 yaşlarından itibaren başlayan okullaşmanın normal ve sağlıklı işlemesi toplumun bu algıya hazır olmasıyla ilgilidir. Bizim toplumumuzda sıkça karşılaşılan çocuğa aşırı düşkünlük, çocuğun yerine sorumluluklarını yerine getirme, çocuğun adına düşünme, çocuğun kendi kendine yetebilmesine izin vermeme eğilimleri, batı toplumlarındaki aynı yaş grubu çocuklarla bizim çocuklarımız arasındaki farkı büyütür. 1 yaşından itibaren kendi başına yemek yiyebilen, 2 yaşından itibaren kendi öz bakımını yerine getirmeyi öğrenen çocuklarla, 6 yaşında “yemek yemiyor” diye hala annesi tarafından beslenen çocuklar arasında elbette pek çok açıdan fark olacaktır. Ayrıca okullaşma yaşının 2-3 yaşa çekilebilmesi, çocukların ve ailelerin bu sürece sağlıklı uyum geliştirebilmeleri için her iki tarafında bu ayrışma-bireyselleşme sürecine hazır hale gelmesi gerekir. Ebeveynlerin zihinlerini bu sürece hazırlanmadan, sağlıklı ebeveyn tutumları anne babalara kazandırılmadan yapılacak bir eğitim reformunun başarısız sonuçlar doğurması kaçınılmazdır. Bu bağlamda işe, ailelerde; çocuğun kendi kendine yetebilme becerisini desteklemeye yönelik farkındalık oluşturarak başlamak gerekir. Aksi halde ailelerin işbirliğine girmemesi, çocukların hazır olmadan okullaşmaya mecbur tutulması telafisi zor sonuçlar doğuracaktır.
Unutmamak gerekir ki bir neslin, ruhsal ve bedensel olarak sağlıklı yetişebilmesi, o neslin geleceğine müdahale eden her türlü elin sorumluluğundadır.