Çıplak fotoğrafların şiddeti...

8 Mart Kadınlar Günü etkinlikleriyle gelip geçerken ünlü isimler de kadına şiddete karşı soyunarak kamera karşısına geçtiler. Çıplaklık yoluyla mesaj vermenin etkileyici bir buluş olduğuna kimse kolay kolay inananmadığı halde...  Bu tür projelerde ise mesaj paketi olabileceği kadar fazla toplumdan kopuk, dolayısıyla daha başından hedef aldığı kitleye ulaşma açısından aldırışsız, sadece işin içine ünlüler katıldığı için kolaylaşan bir aşırılık yoluyla ses getirme hedefine kilitli bir girişim olarak görünüyor. 

Bazen de sanat kılıfı altında grafik/reklam giriyor devreye: Göğüsleri ya da bacakları açık bir kadın bir arabanın önünde durarak onun satış değerini yükselten bir figür oluşturuyor. Fakat bu sofistike yollarla kadın cinsini bedensel açıdan sakatlamaya devam eden istismar biçimleri üzerine çok fazla tartışıldığı söylenemez ülkemizde. Bu bağlamda söylenilen her söz, her ifade, gericilikle, dincilikle, kadını kafes arkasına kapatma eğilimiyle suçlanarak geriye çevriliyor.

Beden algıları, bedene atfedilen anlam ya da tamamen insan varlığının anlamı açısından farklı düşündüğüme göre, meseleye “yaratılmış olma inancının değerleriyle yüklü, dolayısıyla “Yaratıcısı’na karşı sorumlu” bir beden görüşüne sahip olduğum için getirdiğim eleştiri dini dünya görüşümün sınırlarına itilmek istenebilir. Oysa amaç kadına karşı şiddetin son bulması adına elini taşın altına koymaksa öncelikle, gazetelerin sırtına saplı bıçakla çırılçıplak teşhir ettiği kadının yaşadığı acıyı başkaları da yaşamasın diye düşünmekse, hayatın katı derslerini görmek bir zorunluluk.  Demek istediğim, meçhul bir kadına şiddetin son bulması için ünlü bir kadının soyunma yoluna gitmesinin şiddete meyyal erkekleri eğittiğine, onlarda daha farklı, insan olarak eşiti, kendinden dolayımlı olmayan bir kadın görüşü oluşturabildiğine dair küçük bir bulgudan bile söz edemez kimse.

Fakat Türkiye özellikle, işte böyle bir ülke. Soyunarak ünlenen film oyuncuları, onca film yaptıktan sonra hâlâ toplumumuzun cinsel açıdan eğitimsiz olduğundan yakınarak medya kanallarında tek kozları olan cinselliğin etrafında dönüp duruyorlar. Cinsel eğitim alanında yanlış olanın düzeltilmesini ve kadına dönük şiddetin de son bulmasını çıplak kadın imgelerine bağlamak ticari bir üçkağıtçılık değilse, fazlasıyla toplumu tanımaktan aciz bir sanatçı heveskârlığı. Kimi gazetelerin doğrudan şiddet kurbanı kadınların çıplak fotoğraflarını yayınlamasının da şiddete meyyal erkekleri ve bu erkeklerin kadının insani varlığına dair anlamlı bir bakış açısı edinebilmeleri için de toplumu eğittiği  iddiası var öte tarafta da...

Şiddete meyyal erkeklere merhameti, sapkın bakışlara da kadın varlığının bütüncülüğünü sadece öğretmekle kalmadan içselleştirmenin yollarını oluşturmak samimi bir arayışsa, kuşkusuz hazır bakışlara konma kolaycılığının ötesine geçerek daha amacına uygun üsluplar edinmeyi önemseyecek, önceleyecektir.

Sanat alanında içine düşülen çıkmazın bir takım ihlalleri aşırı noktalara taşıyarak aşılacağına dair varsayım kadar köhnemiş, geçersiz bir akçe yoktur çünkü. Görüntü bombardımanının alıştırdığı benliklerimizde giderek hiçbir dehşetli sahnenin uyarıcı bir etki yapamıyor oluşu, yaygınlaşan bir kabul.  Bunun yerine, soykırım fotoğraflarında hep tartışıldığı üzere fotoğraf sanatçısının eserini daha fazla emek vererek başka türlü, yayın akışı içinde çok zıt ifadelerle birleşerek inandırıcılığını yitirmesine izin vermeyecek kadar hassas bir dille oluşturmasının amaca, yani izleyen kişileri değişmesi umulan olaya müdahaleye çağıran bir etkisi olduğu şeklinde bir görüş sürülüyor ileriye. Oysa burada da bir kısır döngü ortaya çıkıyor ve dolayımlılık içinde görünenin dehşetin bildirisinden çok sanatçının fantezisi olduğu öne sürülüyor. Dehşeti bütün çıplaklığıyla sergileyen fotoğraf sanatçısı da oluşturduğu kolay etki nedeniyle pornografik bulunuyor. Sözün özü görüntü (tasvir) kirliliğinden bunalan dünya  hiçbir zaman olmadığı kadar fotoğraf ya da şov yoluyla mesajın iletilmesi konusunda kuşkulu ve tedbirli olma ihtiyacı içinde.

Ukraynalı “Femen” isimli örgütün  Sultanahmet ‘eylemi’ mesela, bir tür köylü kurnazlığıyla fütursuzca reklam, sponsor... kelimeleriyle bütünleşiyor. Eylemin son tahlilde şiddete maruz kalan kadınlara ne açıdan fayda sağlayacağı sorusunun yine de cevabı yok. Öte taraftan çıplak fotoğraf yoluyla sürdürülen metalaşmanın kadın cinsine dönük parçalatan, yaralamaya hazır bakışı kışkırttığı, beslediği ve yaydığı sır olmaktan uzak. 

Zihinler bu tür  sözde “anarşist” provakatif  eylemler yerine merhamet ve şefkate açılan bir erkeklik algısı yönünde işlediği takdirde, suçlu erkek yerine suça yatkın erkeklik algısı ile karşılaşacağımız için, gerekli dönüşümün aynı zamanda kadınlık algısındaki dönüşümle de alakalı olduğu gerçeğine ulaşacağız. Bana kalırsa burada sorun tamamen aile ortamında alınan ilk terbiyenin kodlarıyla şekilleniyor. Anne oğlunu nasıl yetiştiriyor? Babanın oğluna ve kızına muamelesi hangi açılardan farklı? Namus ve iffetin sadece kız çocuğuna öğretileceği yargısına mı sahip aile?  Daha önemlisi anne ile baba arasındaki ilişkide kadınlık ve erkeklik olguları hangi değerleri güçlendiriyor ya da yalanlıyor...

Bir kısır döngü karşısında olduğumuz muhakkak. Kadın bedenine ve varlığına parçalı bakışı oluşturan ne sadece piyasa, ne de ‘bedenim benimdir’ şeklindeki söylemlerden yayılan imgeler... Cahili, hesaplaşılmadığı için de kördüğüme dönüşmüş telakkiler, bazen son derece uygar,  demokrat, sanat erbabı hatta “muhafazakâr” ifadelerle sökün ederek kadına dönük şiddetin hesabını bizzat kadın olma kusuruna yoruyor.

Öte taraftan mustazaf bir kadın da etekli şeytan ve kaşık düşmanı, bedensel açıdan ise fitne fesat kaynağı olduğunu öğrenerek yetişmişse, erkeklerle ilişkisini bu bilgileri üzerinden kuracak ve bütün ömrü boyunca, isterse paraya pula boğulsun, bir yanıyla da utanca boğulmaya hazır ezik bir kişilik olarak yaşayacaktır. Maddi ve manevi olarak zayıf, akli melekeleri gelişmemiş kadınların erkeklerle ilişkilerinde sergiledikleri haysiyetten yoksun sayılabilecek bağımlılık örnekleri, kadın cinsini bir bütün olarak değil de parçalı bir beden halinde gören erkek kısmını ayakta tutan güçler sanki. 

Aile yeteri kadar sağlam bir bakış açısı kazandıramadığında, sorunun çözümünü devletten ve kamudan beklemek de bir hayal.  Medya, reklam sektörü ve ‘sanat’ yoluyla parçalanmış olarak sunulan kadın bedenininden yayılan imgeler sadece erkeklerin kadınlara dönük bakışını sakatlamıyor, kadınların kendi varlıklarına bakışını da kısıtlıyor, bulandırıyor, yaralıyor.