Cipinizin Zekatını Ödediniz mi?

Dindarlara ne çok akıl veren var! "Kur'an'da örtünme emri yoktur" diyenlerden, "ezanın veya namaz surelerinin Türkçe okunması" gerektiğini buyuranlara kadar düzinelerce akıldâne. Peki, size ne? Ezan Türkçe okunsa gerçekten namaz kılacak mısınız? Hayır!

Bu kervana şimdi bir de "nonconformist conformist"ler katıldı: Yaşarken gayet modern, düşünürken alabildiğine modernlik karşıtı. En iyi arabalara binecek, giyim kuşamda dünya modasını izleyecek, yer içerken "gayet normal" davranacak, sonra üretim/tüketim düşmanlığı yapacaksınız. Ülkenin en büyük para babalarından birinin "radikal" gazetesinde yazacak, ama sıradan insanların para kazanma arayışını dine aykırı sayacaksınız. Neden? Çünkü üretim artışı dünyayı kirletiyor, ahlâkı bozuyor.

İyi ama, dolaylı/dolaysız hizmetinde olduğunuz yerel veya küresel "beyler", sayıca çok az olmalarına rağmen, dünya üretiminin yarıdan fazlasını gerçekleştiriyor ve küresel gelirin onda dokuzuna el koymuyorlar mı? 200 transnasyonel şirket, dünya sanayi ve ihracatının %60'ını gerçekleştirmiyor mu? Bunlara yön veren 200 dolar milyarderinin yıllık geliri, 3 milyar insanın yıllık gelirini aşmıyor mu? Bu küresel adaletsizlikle mücadelenin yolu, "aman yerinizde oturun, düşünmeyin, üretmeyin; dünya mahvoluyor" tarzında sloganlar "üretmek" midir?

Nuray Mert, kendi kelimeleriyle, "vıcık vıcık" bir Mustafa Özel eleştirisi yapıyor. Ne benim yazdıklarımı okuyup anlama niyeti var, ne içlerinden çıkageldiği o "köylü ve kasabalılara" söyleyeceği bir söz. Hepimize kocakarı imanı diliyor, ama kendisinin neye iman ettiği belli değil. Önce ben neler söyledim, ona bir bakalım:

"Küresel kapitalizm çağındayız. Bütün dünya bir tek ekonomiye, bir büyük pazaryerine dönüşmüş bulunuyor. Bu büyük pazarda üç tür insan vardır:

1. Tasarlayanlar. Dünya nüfusunun yüzde biri.

2. Üretenler. Dünya nüfusunun yüzde dokuzu.

3. Çalışanlar. Dünya nüfusunun yüzde doksanı.

Elde edilen kazancın yüzde 10'u çalışanlara, yüzde 20'si üretenlere, yüzde 70'i ise tasarlayanlara gidiyor."

Ülkedaşlarımı içinde bocaladıkları küresel kapitalist sistemin mevcut durumuyla yüzleştiriyorum. Bu sisteme bugüne kadar iki tür tepki gösterildi. Realist tepki, sosyalist ve/veya nasyonalist biçimler içinde, kapitalizmi "başka" bir sınıf (mesela işçiler) veya ulus (mesela Almanlar) lehine dönüştürme tarzındaydı. Her iki durumda da, alternatif sistemin daha "üretken" olduğu iddiası vardı.

Huxley'nin çok geç temsilcilerinden biri olduğu Ütopist tepki ise, bir şey söylemek yerine, gidiş böyle devam ederse sonumuzun hiç de iyi olmadığını ihtar etmekten ibaretti. Cesur Yeni Dünya'yı 1932'de yazmıştı. Çeyrek yüzyıl sonra kaleme aldığı Ada'da "dünyanın, düşündüğünden daha hızlı bir biçimde beklediği sona doğru mesafe aldığını" belirtiyordu. İnsanlığı kurtaramayacağını (!) anlayınca, bari kendimi kurtarayım dedi ve Hint öğretilerine bağlandı.

Üniversite yıllarımda bir yandan realist (Marksist) öğretilerin etkisi altındaydım, bir yandan da dindarlığım beni ütopist öğretilere yöneltiyordu. (Marksizmin ütopyacılığı politik amaçlıydı; uygulamada son derece gerçekçiydiler ve öncelikli hedefleri kapitalistleri üretkenlikte geçmekti.) Cesur Yeni Dünya'yı çok sevmiş, sadece yazarın iki tasarrufuna 'gıcık' olmuştum: Geleceğin kötü dünyasını, 19. yüzyılın "emperyalist" Avrupalılarının emellerine uygun biçimde "uydurulan" Doğu Despotizmleri tarzında tasvir ediyordu. Üstüne üstlük, Batı Avrupa'yı kontrol eden Alfa (yüksek kasta mensup kişi) Mustafa Mond adını taşıyordu. Ürpermiştim!

Bu sebeple midir bilmem, yazı hayatıma Küçük Güzeldir yazarı Schumacher'in Aklıkarışıklar İçin Klavuz başlıklı eserini çevirerek başlamıştım. Schumacher, orta yolu savunuyordu: Bir yandan üretimcilik (ve onun yol açtığı tüketimcilik) insanlık için felakettir diyor; diğer yandan, çıkar yolun öncelikle küçükleri değil büyükleri üretimcilikten caydırmak olduğunu söylüyordu. ABD, Batı Avrupa ve Japonya dünya sanayi üretiminin beşte dördünü gerçekleştiriyordu. Üretimci/tüketimci sistemin terki için, bu ülkelerin ekonomik/siyasal/kültürel elitleri dururken, (o zamanki adıyla) Üçüncü Dünya insanlarına akıl vermek abesle iştigaldi.

Alternatif Orta Teknoloji

Üçüncü Dünyaya "orta teknoloji" öneriyordu Schumacher: Küçük traktörler, küçük arabalar, mini araç ve gereçler. Anadolu'da bugün bile hangi köye gitsem, Schumacher'in ne kadar haklı olduğunu düşünmekten kendimi alamam. Neredeyse bütün köylülerin kocaman traktörleri var; yılda toplam iki ay ya kullanır ya kullanmazlar. Her birinin maliyeti, bazı köylü ailelerin beş altı yıllık gelirine eşittir. Diğer araçları da hesaba kattığımızda, köylü ailesi "ekonomik bir işletme" olmaktan çıkıyor. Hükümetlerin verdiği hatırı sayılır teşviklere rağmen, köylülerin şikayetten hiçbir zaman geri durmaması bundandır.

Nuray Mert'in saygısız bir dille eleştirdiği yazıda, küçük işletmelere özetle şunları tavsiye ediyordum:

* Küresel ekonomide kazanç küçük sermayeden büyük sermayeye ve üretim sermayesinden finans sermayesine kayıyor. Aramızda sermaye ortaklıkları kuramazsak, güçlü finans ve sermaye odaklarına karşı kendimizi koruyamayız.

* Üretimi sürükleyen ticarettir. Avrupalılar, ticaretlerinin üçte ikiden fazlasını birbirleriyle yaparken, Müslüman ülkeler ticaretlerinin ancak onda birini birbirleriyle yapıyor. Ortak ticaret ağları oluşturmadan, İslam dünyasını kuşatan zincirleri kıramaz; emeğimizle uyumlu kazançlar elde edemeyiz.

* Üretim ve ticaretin temeli bilgidir. Ortak eğitim ve araştırma kurumlarıyla insanlarımızı bilgili, girişimci, yaratıcı ve tasarım gücü yüksek şahsiyetler haline getirmek zorundayız. Tasarlamayan, kazanamıyor.

* Üretim, ticaret ve eğitimde "sınırları aşan işbirliği" için siyasî iradeleri zorlamamız gerekiyor. Venedik ile Floransa, Bavyera ile Prusya nasıl 19. yüzyılda tek başlarına ayakta duramayıp İtalya ve Almanya'yı meydana getirdiyseler; İtalya ile Almanya nasıl 20. yüzyılda Avrupa Birliği'ni kurmak istediyseler; Türkiye ile Suriye, Mısır ile Ürdün de 21. yüzyılda İslam dünyasının ekonomik birliğini kurmak zorundalar.

Nuray Mert'e göre bu ifadeler "vıcık vıcık bir küresel kapitalizm güzellemesidir." Neden? Çünkü "üretimin insanlığa maliyetini, yarattığı eşitsizliği, sefaleti, siyasi baskıyı, vs. hiç mi hiç mesele yapmıyorlar." Yazdığım yazının öncelikli teması Müslüman girişimciler arasında "siyasi sınırları aşan işbirliği"dir. Birinci derecedeki hedefi ise, küresel eşitsizliğin azaltılmasıdır. Slogan atmakla veya dirsek çürütmekle değil, kafa patlatmakla gerçekleşebilecek bir hedeftir bu.

Nuray Mert'in eleştirisi kapitalist sisteme ise, alternatif sunmalı ve ayrıca kişisel olarak tüketimci bir tip olmadığını ispat edecek bir davranış sergilemelidir. Müslümanların kapitalist toplum içindeki siyasetlerini eleştiriyorsa, Erbakan'ın ütopik bile olmayan Adil Düzeni'ne atıfta bulunacağına, varsa kendi görüşünü ortaya koymalıdır. Tek tek dindar iş adamlarını eleştiriyorsa, yargılarını verilere dayandırmalıdır. Ben MÜSİAD üyesi işadamlarının, mesela bazı büyük gazetelerin köşe yazarları kadar cip (veya lüks araba) sahibi olduklarını sanmıyorum. Ayrıca kendilerine yıllardır "sermayeyi servete dönüştürmeyin!" diyorum. Sorumlu yazarları dinlerler.

Evet, ben tarihin motor gücünün "örgütleme kapasitesi yüksek" seçkin gruplar olduğuna inanıyor; Türkiye'nin genç (ekonomik ve politik) girişimci kuşağını da bu yüzden önemsiyorum. Onların yükselişinden ödü patlayan tekelci çevrelere şirin gözükmek için, bu yükselişi "dine imana aykırı köylülük" sayanları ise toplumun akıl ve vicdanına havale ediyorum.

Eleştir, Fakat Saygılı Ol!

Elbette hiçbir siyaset ve uygulama problemsiz değildir. Benim ortaya koyduğum görüşler de, iş ve siyaset hayatının içindeki insanlar da herkes tarafından eleştirilebilir. Fakat sorumlu bir eleştirinin asgari şartları vardır:

1. Saygılı olacak, uygun bir dil kullanacaksınız.

2. Kendi durduğunuz yeri de gösterecek, fikir ve davranışta alternatif budur diyeceksiniz.

3. Soyut suçlamalarda bulunmayacaksınız.

4. Müslümanlara akıl vermeye kalkıyorsanız, cipin (veya kullandığınız herhangi bir bineğin) zekatının olmadığını bilecek kadar fıkıh öğreneceksiniz.

5. Bugün dünyadaki en kapsamlı "emperyalizm karşıtı" mücadelenin, o küçümsediğiniz küçük girişimcilerin zekatlarıyla yürütüldüğünü bileceksiniz.

6. Küçükleri bir kaşık suda boğmak isteyen tekelcilerle aynı safta durup, müminleri dine imana çağırmayacaksınız. Sizin bireysel düzeyde yaptığınızı, büyük kapitalist odakların örgütsel düzeyde yaptıklarından haberdar olacaksınız. (Fransız çevreciler üniversiteli gençlerimize İstiklal Caddesi'nde nükleer santral karşıtı imza toplatırken, Fransa enerji ihtiyacının %80'ini nükleer güç kaynaklarından temin ediyor!)