Batı ciddi bir şekilde, güney-doğu Asya'nın 'demokrasileşmesi' sürecini başlatıyor. Zayıf nokta olarak Myanmar (eski Birmanya) seçildi. Tüm dikkatleri bu ülkeye yönelmiş durumdadır. ABD ve onun müttefikleri bu şekilde Çin'in bölgedeki etkisini azaltmayı hedefliyor. Ancak 'demokrasileşme', ülkeyi ikinci Afganistan olma tehlikesi ile karşı karşıya bırakıyor. İkinci bir tehlike de Birman uyuşturucuların harekatının kontrolden çıkması olacaktır.
Sırbistan, Tibet ve dünyanın birçok başka ülkelerindeki olaylar globalleşme düşüncesinin işlerine yaramayan rejimlerle savaşmak için iki yeni yol seçtiğini göstermektedir. Direkt askeri müdahalenin yanı sıra 'Kosova' benzeri uygulamaları ya da 'turuncu ihtilalleri' uygulamaya koydular. Bu tür çözümlerin masrafı, ordunun kullanılması zamanı ortaya çıkan masraflardan çok daha azdır ve çok etkilidir. Özellikle de kamuoyuna yansıması bakımından etkili olmaktadır. Burada önemli olan patlatılmasının mümkün olduğu bir objenin bulunmasıdır. Patlama anından sonra ortaya çıkan dalgalanmanın komşulara ulaşması ve ciddi yönetim çatlaklıklarını ortaya çıkarması gerekiyor.
Batı bilimi tüm dünyayı, globalleşmenin, alternatifi olmayan objektif bir süreç olduğuna inandırmaya çalışıyor. Ancak bilinmesi gerekiyor ki, bu terimin arkasında, tüm dünyaya hakim olmak için çalışan güçler saklanmaktadır. Avrupa'da Sırbistan, Yakın ve Orta Doğu'da İran ve Irak. Güney-doğu Asya'da ise en zayıf nokta Myanmar'dır.
Geçen senenin son baharında bu ülkede ortaya çıkan olaylar, Batı'nın ciddi bir şekilde bölgeye müdahil olduğunu gösteriyor. Çünkü gelecekte onun önemli bir rakibi olmasından endişeleniyor. Sıradaki (artık dünyada kaçıncı olduğunu da sayamaz olduk) 'budist ihtilal' için her şey hazırlanmıştır. Cunta, yönetimi ele geçirmiş, demokratlar sürülmüş ve ülkeyi de Çin destekliyor. Şu anda, ülkede her şey normal gözüküyor. Ancak, bu ilk bakışta böyle gözüküyor ve insanı aldatabilir. Yakın gelecekte ülkede akacak yeni kanlar hakkında bilgiler almağa başlarız.
2007 yılının son baharındaki olayları değerlendiren analistler, hala görüş birliğine varamadılar. Bu askeri cuntaya karşı halk ayaklanması yoksa Batı tarafından desteklenen hazin "turuncu ihtilal" miydi? Bilinen bir şey var. O da şudur ki; Batı, halk ayaklanmasını kullanmaya çalıştı. Maksat, Çin'i vurmak için 'turuncu' bir rejim meydana getirmekti.
Halk ayaklanmasının sebebinin ise ülkede benzin, elektrik enerjisi ve diğer tüketici fiyatlarının aniden yükselmesi olduğunu hatırlatalım. 2007 yılının Eylül ayında Yangon'da tüm cunta yönetimi süresince ortaya çıkmış protestoların en büyüğü gerçekleşti. Otuz bin rahip ve rahibe ile 70 bin Burmalı, trafiği durdurarak yürüyüş yaptılar. Myanmar bürokrasisi, hiçbir tedbir almadılar. ABD protesto yapanları 'demokrasi yolundaki' eylemlerinden dolayı destekledi. ABD Başkanı Bush ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Teşkilatı'nın toplantısında, cunta rejimine karşı ambargo uygulanması için gerekeni yapacağına dair söz verdi. BM ve İngiltere'den beklenen ve söz verilen destek gelmiş oldu.
Çoğu insan, cuntanın, protesto yapanlara karşı sert önlemler alacağını bekliyordu. Ancak Myanmar bürokrasisi, uzun süre tahammül etti. Nihayet Yangon sokaklarında üzerinde hoporlörler bulunan arabalar gözükmeye başladı. Onlar, devlet görevlilerinin, protestonun durdurulması hakkında emirlerini halka ulaştırıyordu. Emre uymayanların takip olunacağı belirtiliyordu. Yangon sokaklarındaki protestocuların sayısı ise yüz binlere ulaşmıştı. Devlet görevlileri, bir gün daha tahammül ettikten sonra, ellerinde yönetim aleyhinde NLD'nin (Demokrasi Uğrunda Milli Lig Partisi) bayraklarını ve pankartlarını taşıyan halkı, yıldız ve tavus kuşu sembolleri taşıyan rahipleri dağıtmaya başladılar.
BM Güvenlik Teşkilatı, Myanmar'daki olaylara memnuniyetsizliğini ifade eden resmi kararı veremedi. Çünkü Çin buna karşı çıktı ve kararın geçersiz olacağını ilan etti.
Askeri rejime yakınlığı ile bilinen Hindistan ise – Hindistan ülkede doğal gaz için 150 milyon dolar yatırım yapmıştı – olaylara her hangi bir şerh vermedi. Rusya Dışişleri Bakanlığı da, yeterince çekimser bir görüş belirtti: "Yakın zamanda olaylar rayına oturacaktır ve Myanmar'daki gelişmeler uluslararası ve bölgesel düzeyde tehlike arz etmemektedir."
Myanmar'ın tahminen 50 milyonluk nüfusunun yarısını teşkil eden aşiretler, lale ekmekte ve uyuşturucu ticareti yapmaktalar. Düzenli bir yönetimin olmaması, ülkenin büyük zorlukla ulaşılabilen bölgelerinde kontrol dışı suç mekanlarının oluşmasına neden olacaktır. Şayet Batı'nın getirmeyi düşündüğü demokratik hükümet yönetime gelirse, eski Birmanya'nın Afganistan'a dönüşeceği muhtemeldir. Çünkü askerler, yönetime tabi olmağı reddedecek ve bunun neticesinde de iç savaş çıkacaktır.
Budist rahipler çatışmanın merkezinde kaldılar. Yönetimi ele geçirmek isteyen siyasi güç NLD partisidir. Partinin tüzüğü genel demokrasi kuralları esas alınarak yazılmıştır. Onlar Batı siyasileri ile sıkı bir ilişki içindeler. Sokaklardaki olaylara rahiplerin neden olduğunu kimse ispat edemedi. Rangun (Yangon) şehirinde sadece rahipler yaşamıyorlar. Sokaklardaki olayları farklı tipdeki insanlar çıkarıyordu. Onların teknikleri ise herkesçe biliniyor. Bu tür olaylarda genellikle rahipler ve sivil halk kullanılıyor.
Birmanya, 1948 yılında İngilizlerin sömürgesinden kurtulduktan sonra, İngiltere'yi örnek alarak parlamenter sisteme geçti. Daha sonra komünist yönetim ülkede hüküm sürdü ve nihayet ülkenin yakın siyasi tarihi, askeri cunta ile sonuçlandı. Askerler yönetimi 1988 yılında darbe yaparak ele geçirdiler. O zamandan başlayarak da Myanmar rejimini insan haklarının ihlalinde ve yönetimi kötüye kullanmakla suçluyorlar. BM defalarca cunta rejiminden 1990 seçimlerinin sonuçlarını tanımasını talep etti.
Bütün mesele ise şundadır ki, o seçimlere katılanlar, askeri cunta yönetimini tanımadılar ve onunla savaşmaya başladılar. Bugün, Birmanya'da, 19 farklı silahlı grup olduğu tahmin ediliyor. Onlar silahlarıyla haklarını almaya çalışıyor. Merkezi yönetimi elinde bulunduranlar ise sınır bölgelerinde temizlik operasyonları düzenliyor. Yönetim tarafından en çok sevilmeyenler ise Karen, Karenni ve Şan halklarıdır. 1992-2000 yılları içerisinde cunta rejimi 30 bin Karenliyi öldürdü ve 600 bini de ülke içinde zorunlu göçe tabi tutuldu.
Birmanya'da 'legal' muhalefet de bulunmaktadır. Bu NLD partisidir. Partinin başında Aun San Su Çji durmaktadır. O Burma'nın milli kahramanı general Aun San'ın kızıdır. Bu parti, uzun yıllar önce kurulmuş, silahlı gücünü de kanıtlamıştır. Askeri cunta, 1990 yılında milletvekili seçimini yaptırdı. Ancak yönetim, seçimlerin sonucunda NLD'nin oyların yüzde 80'nini topladığını görünce, seçim sonuçlarını iptal etti. 200 civarında milletvekili hapsedildi. Onların arasında Au San Su Çji de vardı. Meclisi ise hiçbir zaman toplanamadı. Yasama organı ise cuntanın elinde kaldı.
Mayıs 2008 tarihinde ülkede referandum yapılması planlanıyor. Maksat, -1988 yılından beri mevcut olmayan– yeni Anayasa'yı halkoyuna sunmaktır. Halk, Anayasa'yı onaylarsa, orada belirtilen bir yasaya göre, ülkede 2010 yılında seçim yapılması ve başkanlık sistemine geçilmesi öngörülüyor. Yeni Anayasa'ya göre Meclis'in yüzde 25'i askerlere ayrılıcak.
Batılılar bu yasa yüzünden Myanmar yönetimini şiddetle eleştiriyor.
Yönetim, referandumun, ülkede sivil yönetime geçiş sağlayacağını iddia ediyor. Ancak muhalif NLD, Anayasa'yı anti-demokratik ilan etti ve vatandaşları, seçimleri boykot etmeye çağırdı.
Yani anlaşılan her zamanki gibi, turuncular herşeyi birden istiyorlar. En önemlisi ise yönetimi istiyorlar. Bu ise nihayetinde ülkeyi bölünmeye götürecektir.
Çeviren: İbrahim Ali