Çin işgali altındaki Doğu Türkistan, son zamanlarda dünyanın ilgisini ve dikkatini çekmeyi sürdürüyor. Özellikle son yıllarda bu ülkede meydana gelen büyük çaplı halk ayaklanmaları ve ölümlü şiddet olayları dünya medyasının ilgisini çekiyor. Medyanın olan bitenleri yerinde incelemek ve birinci elden ülke ve gelişen olaylar hakkında bilgi ve haber almak, ulaştıkları bilgi ve haberleri uluslararası toplum ile paylaşmak için büyük bir çaba içerisinde olduğu gözlemleniyor.
Aslen Pakistan asıllı bir Müslüman olan ABD’li serbest gazeteci Ömer Faruk, geçtiğimiz aylarda Doğu Türkistan’a giderek birçok şehri ziyaret etmiş ve Müslüman bir Pakistanlı olmanın avantajını da sonuna kadar kullanarak çok enteresan ve ilginç bilgilere ulaşmıştır. Ömer Faruk bu seyahat izlenimlerini “Bir Gazeteci’nin Gilgit’ten Kaşgar’a Hatıraları” başlığı altında yayınlamıştır. Çalışmasına, Pakistan’a çeşitli sebeplerle yerleşen Müslüman Uygurlardan başlamış ve Doğu Türkistan’da devam etmiştır.
Doğu Türkistan’ın çok yakın komşusu olan Pakistan’da Komünist Çin istilasının başladığı 1949’dan sonra yerleşen Abdulcebbar isimli bir Uygur Müslümanıyla tanıtarak başlayan gazeteci yazısını şöyle sürdürüyor:
“Pakistan’in Çin hududundaki sınır şehri Gilgit, Kaşgar’a sadece 300 kilometre uzaklıktadır. Tarihi ipek yolunun en önemli geçitlerinden biri olan Kuncırap geçidi bu bölgededir. Doğu Türkistan sınırı Kızıl Çin işgali ile birlikte kapanmış ve yaklaşık 33 yıl bu sınır kapalı kalmıştır. Gilgit’te oturan Abdulcabbar isimli Müslüman Uygur, babasının Doğu Türkistan, Pakistan ve Hindistan arasındaki ipek ticaret ile iştigal eden bir Tüccar olduğunu hudut kapandıktan sonra yurduna dönemeyip Pakistan’a yerleştiğini söylüyor. Sınır kapandıktan sonra burada kalmak zorunda kalan bir hayli Uygur halen bu ülkede bulunmakta. Kendileri Pakistan vatandaşı olarak bu ülkede yaşıyorlarsa da kalplerinin her zaman ana vatanları Doğu Türkistan için attığını ve bu topraklara büyük bir özlem duyduklarını ifade ediyor. 1982’de sınır açıldıktan sonra Pakistan’da kalan Uygurlar yıllar sonra Doğu Türkistan’da kalan akraba ve yakınlarını görmek için bu ülkeye gidiyorlar. Daha sonra Doğu Türkistan ile Pakistan arasındaki ticaretin eski düzeyine kavuştuğu belirtiliyor. Bu durum 11 Eylül saldırılarından sonra Çin’in global çapta terörle savaş dalgasından yararlanmak için Pakistan’da bulunan Müslüman Uygurları uluslararası terör ile ilintili olduğu iddiasıyla kesintiye uğruyor. Uygurların Pakistan’daki El Kaide kamplarında kendilerine karşı eğitim aldıklarını öne sürerek Pakistan’a baskı yapıyor ve Uygurların bu ülkeden gitmelerini sağlıyor. Ayrıca iki ülke arasındaki sınır güvenliği tedbirleri arttırılıp kontroller de sıklaştırılıyor. Bu durum Pakistan Vatandaşı olan Uygurları de derinden etkiliyor. Pakistan’da tahsil yapmakta olan Uygurlara öğrenim bursu vermek suretiyle onları kendi tarafına çekmeyi başaran Çin, Pakistan’da kurdurduğu Çin Muhacirleri Derneği’ne 150 bin dolar yardım yapıyor. Bir hayli önemli miktardaki maddi gücünü de kullanarak Pakistan’da yaşayan Uygur muhacirleri istediği gibi kontrol etmeye başlıyor. Ben bu Derneğe üye olan Uygurlardan biri ile gizlice bir yerde konuşmayı başardım. Konuştuğum Uygur şu ifadeleri kullanıyor:
Sık sık Doğu Türkistan’a gidip geliyorum. Ancak içimden gizlice ‘Ey Allah’ım, Biz Uygurları ne olur şu kafir Çinlilerin esaretinden kurtar diye dua ediyorum. Allah Teala mutlaka bir gün bizi bu Çinlilerden kurtaracaktır.”
Gazeteci Ömer Faruk, konuştuğu kişilerin can güvenliklerini düşünerek isimlerini vermeyip müstear isimler kullanıyor.
Ömer Faruk Kaşgar’a da geçiyor ve notlarına buradan devam ediyor:
“Ben ABD’li bir gazeteci olsam da, Kaşgar’da Pakistanlı Bir Müslüman olduğumu belirtirsem işlerimin daha kolay olacağını düşündüm ve kendimi Pakistanlı olarak tanıttım. Ayrıca, Kaşgar’da konuştuğum birçok kişi Urdu dilini biliyordu. Bu durum bana birçok konuda faydalı oldu. İlk gezimi Kaşgar’ın tarihi kerpiç evlerinden başladım. Ancak, bu tarihi Kaşgar evlerinin büyük bir bölümü Kentsel Dönüşüm adı altında yıkılmış ve tahrip edilmişti. Yıkılan ve kadim mimarı mirasın benzersiz örnekleri olan bu tarihi Kaşgar evlerinin yerine tek tip ve aynı boyanmış yüksek binalar topluluğu inşa edilmişti. Bu binalar insana sanki filmlerdeki Hayali Walt Disney Bahçelerini andırıyordu. Buna baktığımızda bu şehrin 2 bin yıldan fazla bir tarihe sahip olduğuna insanın inanası gelmiyordu. Şehirde aşırı ve olağanüstü güvenlik tedbirleri göze çarpıyordu. Silahları ile devriye gezen Çin askerleri ile her sokağın ve Çarşının girişindeki çanta ve üst araması çok dikkat çekiyordu.
Daha sonra bindiğim bir taksinin Müslüman Uygur şoförü ile aramızda şöyle bir diyalog geçti Ben, Mao Ze Dong’un büyük heykelini görmek için geldiğimi söyledim. Şoför bana dimdik baktı ve şöyle dedi ‘O, dinsiz bir Kafir!’ Ramazan ayı idi. Fakat Çin yönetiminin Ramazan yasakları her yerde dikkat çekiyordu ve bu yüzden birçok İslam ülkesinden daha farklı bir manzara göze çarpmakta idi. Örneğin, bir lokantada bir başörtülü Müslüman hanım Çinli bir müşteriye yemek servisi yapıyordu. Çin yönetimi sesli ezan okumayı yasakladığı için ezan duyulmuyordu. Müslüman Uygurlar namaz vakitlerini kendi yöntemleri ile öğrenebiliyordu ve çok dikkat ediyorlardı buna. Kaşgar Orta Asya İslam medeniyetinin çok etkin, belirgin ve görkemli merkezlerinden biri. Ancak, böyle devam ederse, bu özelliğini çok kısa zaman sonra yitirebilir.
Kaşgar’ın eski ve tarihi mahallelerini gezerken Uygur Taksi şoförü bana şöyle dedi: ‘Bu Çinliler bu kalan kadim binaları da yıkacaklar, bırakmayacaklar. Onlara iyi bak. Ve hepsinin de resimlerini çek. Bu resimler ile durumumuzu dünyaya anlat. Bunu senden özellikle istiyorum.’ Ben kendisine gazeteci olduğumu söyleyince çok heyecanlanarak sevindi. Bana yarım gün şehri gezdirdi. Hatta Müslüman hanımların başörtüsü takmasının ve bununla gezmesinin yasak olduğunu bildiren büyük bir ilan tahtasının (Bilboard) yanındaki iki kadın görevliyi lafa tutarak bu ilanların da resmini çekmeme yardımcı oldu.”
Gazeteci Faruk Kaşgar’ın tarihi ünlü Eyidgah Camiine de gittiğini, bu Caminin imam hatibi Cuma Tahir’ın bir süre önce bıçaklanarak öldürüldüğünü belirttikten sonra vekaleten imamlık yapan cemaatten birinin Pakistan’da tahsil gördüğünü ve Urduca bildiğini söylediğini bunun üzerine kendisini ile konuşmaya çalıştığını belirterek yazısına şöyle devam ediyor:
”Pakistan’ı özlediniz mi diye sordum. O gülerek Pakistan’a gitmeyeli çok uzun zaman oldu.” diye cevap verdi. Bu arada İmamın hemen arkasında bulunan genç yardımcısı Biz Pakistan’a gitmiyoruz diye konuşmamızı kesmeye çalıştı. İmam ve yardımcısı konuşmamın nereye gideceğini anlamış olmalı ki, derhal yanımızdan uzaklaştı.”
İslam dininin Doğu Türkistan’da bir çok engel ve yasaklamalarla yok edilmeye çalışıldığını örnekler vererek anlan Ömer Faruk, yazısını şöyle sürdürüyor:
“Kuran-i Kerim öğretilmesi terör suçu kapsamına alınmış. Gençlerin camilere girmeleri yasak. Cami imamları ‘Vatanperverlik Eğimine’ tabi tutulmuş. Hatta yönetimin emri ile tek tip elbise giyme zorunluluğu getirilmiş. Bazı Uygurlar bana gizlice yurt dışından getirilen Uygurca Kur’an-i Kerim ve dini kitapları dükkanında satan bazı kitapçıların tutuklandıklarını ve kendilerinden bir daha haber alınamadığını söyledi. Yani onların gizlice yok edildiklerini ima etmeye çalıştı. Çin yönetiminin Uygurları asimile etmek için ilk önce ana dillerini yok etmeye çalıştıklarını, bunun için 1958 yılında yazılarını Latinceye çevirdiklerini, daha sonraları da birkaç kez alfabe değişikliği yaptıklarını söylüyor. Şimdi ise, Uygur dili ile eğitim veren okulları kapatmış bulunuyor.
Kendisinin isminin bilinmesini istemeyen bir Uygur Dilci ile tanıştığını ve ondan çok önemli bilgilere ulaştığını belirterek yazısını şöyle sürdürüyor:
“Sık sık yazı değişiminin kendisi zaten asimilasyonun ta kendisi. Çünkü yazı değiştiğinde eski yazı ile yazılan bütün kitaplar ve basılı malzemeler bir gecede gereksiz hale geliyor. İnsanlar bir gecede cahil durumuna düşürülmüş oluyor. Gözlemciler bu uygulamanın Çin’in Uygurların geçmişi ile ve Türk kimliği ile ilişkisini bir gecede kesmek olarak değerlendiriyorlar. Ben de aynı kanaatteyim. Ben Türkiye Türkçesini bilmiyorum ve öğrenemedim. Ancak, Türkçe filmleri ve şarkıların sözünün yüzde 60’ını çok iyi anlayabiliyorum. Şimdi birçok insan Türkçeye merak sardı. Türkçe filmler seyretmeyi ve şarkılar dinlemeyi çok seviyorlar. Türkçe, ülkemizde moda. Müslüman Uygurlar dillerinin, hayat tarzlarının gelenek ve göreneklerinin Türkiye Türkleri ile çok yakın ve bazılarının de aynı olduğunu bu filmleri seyrederek anladılar ve farkına vardılar.”
Ömer Faruk, Doğu Türkistan’da gördükleri ile ilgili kanatlarını şöyle açıklıyor:
“Şimdi birçok Uygur Muhacirin niçin Türkiye’de yaşadığını anlıyorum. Ayrıca Uygur Türkleri davasını takip edenler ve yürütenlerin de Türkiye’de yaşamalarının nedenlerini iyi tahmin edebiliyorum. Türkiye Türkleri geç de olsa Uygur Kardeşlerini keşfetti ve tanıdı. Özellikle 5 Temmuz 2009’daki Urumçi olaylarından sonra Türkiye genelinde Türk halkının protesto gösterileri yaptığını biliyoruz. Bütün bunları gördükten ve duyduktan sonra niçin bütün Uygurların Türkiye’ye gitmek ve orada yaşamak istek ve arzularını anlamaya başladım. Benim Pakistan’da konuştuğum Abdulcebbar Efendi kendisinin de Türkiye’ye gitme arzusunda olduğunu ifade etmişti. Çocuklarını Türkiye’ye gönderip yerleştirdiğini söylemişti. Onun bana söylediği şu Cümleler çok önemli idi: İki sene önce Türkiye’ye gittim ve Çocuklarımı ziyaret ettim. Türkiye’deki Türkler Müslüman Uygurları çok seviyorlar ve bağrına basıyorlar. Onlar Doğu Türkistan bizim Ata yurdumuz diyorlar. Türkiye çok güzel bir ülke. Ben Türkiye’yi tanıyınca yaşayabileceğim en uygun ülkeyi bulduğumu anladım.”
Gazeteci Ömer Faruk, Çin’in Doğu Türkistan’daki uygulamalarını şu çarpıcı cümleler ile değerlendiriyor: “Çin yönetimi Müslüman Uygur Türklerini yavaş yavaş ve farkına vardırmadan sindirerek asimile etmeye çalışıyor. Müslüman Uygurları bir şekilde izole ederek, şarklılaştırarak, yani günümüz hayatından soyutlayarak ve çağdaş uygarlığın gerisine atarak imha etmeye çalıştığına şahit oldum.”
Dünya Bülteni için tercüme eden: Hamit Göktürk