Çin: Hayat 60'ında başlar

 

Jonathan Holslag ve Gustaaf Geeraerts

Çin Halk Cumhuriyeti 1949 yılında kurulduğunda Mao Zedong şöyle iddia etmişti: "Şimdiye kadar başardıklarımızdan gurur duyabiliriz fakat önümüzde uzun bir yol var." Çin, aradan geçen 60 yıl sonra geriye dönüp izlediği kayda değer kalkınmaya bakabilir. Yaklaşık 350 milyon kişi fakirlik sınırından kaldırıldı ve Çinliler ülkelerinden daha önce hiç olmadığı kadar gurur duyuyorlar. Ancak şimdi, muazzam kalkınmayla geçen on yıllardan sonra, yurtiçi ve yurtdışında büyüyen beklentilerin bu beklentileri karşılama yeteneğinden daha fazla büyüdüğü bir zamanda Çin bir kez daha önemli bir kavşağa geldi.

Çin'in kalkınma çözümü basit'tir: İhracat yönelimli sanayiler için temel altyapıyı sağlamak ve yüksek ihracat gelirlerinin ilave üretim kapasitesine veya yeniden altyapıya yatırılmasını sağlamak. Geçen birkaç yıl içerisinde, yatırımın dönüşü azaldı. Aşırı kapasitenin bir sonucu olarak da çoğu şirketin kar marjı düştü. Etkinlik kazanımlarının anlamı, aynı sayıda iş açması için Çin'in 10 yıl öncesine nazaran iki at daha fazla üretim yapmaya ihtiyacı olması demek.

Çin'in kalkınmasını sahiden emsalsiz kılacak olan, niceliksel düzeltmeleri gerçekleştirmesidir. 2010 yılı sonuna kadar yürürlükte kalacak olan onbirinci beş yıllık kalkınma planı uygulamaya koyulduğundan bu yana Pekin, büyüme kaydeden yeni sektörlerde yenilikçiliği hızlandırmak için çok çeşitli programlar başlattı. Doğal kaynakları korumak için gayret sarfediyor ve bir bütün olarak Avrupa'yı geride bırakacak şekilde büyük miktarlarda parayı temiz enerjiye yönlendiriyor. Zengin kıyı bölgeleriyle iç bölgeler, işçi ile çiftçi, Han Çinlisi ile azınlıklar arasındaki uçurumu kapatmak için sosyal düzeltmeler başlatılıyor. Daha önemlisi, Çin hükümeti, nahoş ihracat bağımlılığına bir çâre olarak iç tüketimi artırmanın yollarını ciddi ciddi arıyor.

Tüm bu politikaların ne kadar etkin uygulanacağı ve sosyal gerilimleri yatıştıracak kadar erken gelip gelmeyecekleri soruları ise cevaplanmayı bekliyor. Kağıt üzerinde vaadedici duran ama tatbikatta hayal kırıklığına dönen pek çok politika örneği var. Eşanlı gerçekleştirildiği takdirde, niceliksel düzeltmelerin hepsine güç yetirmeleri de şüphelidir. Çin büyük bir câri işlemler fazlasına sahip fakat hükümetin bütçesi biraz daha mütevazı. Ve elbette reformlar etnik azınlıklar veya şaha kalkmış yolsuzluklardan muzdarip vatandaşlar arasındaki hüsran duygusunun üstesinden gelecek her derde devâ ilaç değildir.

Sonuç itibariyle Pekin, reform ve devlet merkezci ulusçuluk arasında hassas bir denge gözetecektir. Bu ulusçuluk yönetilebilir ise, ana şart başarıdır. 70 milyon üyesi bulunan Komünist Parti, ekonomik ve siyasi reformların kendi çıkarına olduğunun farkında. Ancak batı siyasi modellerini kopyalamaya karşı muhalefet yükselişte ve diğer başka herhangi bir siyasi kurum gibi, Komünist Parti de süreçten zarar görüp görmeyeceği kesin olmadığı takdirde tereddüt sergileyecektir.

Çin dış politikası artan iddialılık ve yapıcı yakınlaşmanın bir karması olacaktır. Yurtdışındaki çıkarlarını son derece çevik ekonomi diplomasisiyle, çoktaraflı örgütlerde ustalıklı pazarlıkçılığıyla ve ihtiyaç duyulduğu takdirde, yurtdışındaki mevcudiyetini sağlam bir güvenlik politikasıyla destekleyerek zaten hâlihazırda savunuyor. Geçen yıl AB ile yapılacak zirvenin iptali, Çin merkez bankasının küresel rezerv para birimi olarak doları eleştirmesi, Çin'in bir sonraki devlet başkanı olması muhtemel Xi Jinping'in batı müdahalesini eleştirmesi ve uçak gemisi gibi ileri askeri sistemler inşa planları, Çin'in iç politika maksadıyla uluslararası saygınlığı kullanma istekliliğine ve uluslararası nüfuzundan emin olduğuna işaret etmektedir.

Yine de Çinliler bilmektedirler ki dış pazarlara bel bağladıkları müddetçe kendilerini sınırlamaları gereklidir. Bu ise diğer oyuncularla artan işbirliğini kaçınılmaz kılmaktadır fakat Pekin, ortaklığın şartlarını belirlemede daha bir istekli olacak. Çin'in diğer ana aktörlere karşı duruşu, bu aktörlerin tasarrufunda bulunan, Çin'in büyümesini potansiyel olarak rahatsız edecek sert güce, kalkınma sürecinde niceliksel sıçrama gerçekleştirmesi için ona sunabilecekleri ekonomik teşviklere ve evrilen siyasi sistemine yönelik sergileyecekleri pragmatizme bağlı olacaktır. Amerika, Çin'in diplomatik önceliklerinde bir numara olmayı sürdürecek; öncelik sıralamasındaki diğer ülkeler ise Hindistan, Japonya ve Rusya'dır.

Avrupa Birliği'nin bu ülkelerden biri olup olmayacağı henüz belli değil. Kilit siyasi değerler ve çıkarlar bakımından her daim farklılıklar mevcut fakat Çin'in stratejik câmiası, AB'nin oyuncu değil de oyun sahasına olabileceğine gitgide daha fazla kâni oluyor. Çin, Avrupa'nın çokkutuplu bir dünyada etkin bir aktör olarak ortaya çıkmasını samimi bir şekilde isteyen güçlerden biri fakat pek çok Çinli nazarında Avrupa bu noktada acze düşüyor. Çin'in gelecekteki dönüşümü her nasıl olacaksa olsun - barışçıl yahut başka türlü - Çin zorlu bir müzakereci, güçlü bir ekonomik rakip ve Avrupa'nın kapısında nüfuzlu bir aktör olacaktır. Avrupa'nın bu evrimi ele alma yeteneği yalnızca Çin'le ilişkileriyla alâkalı değil; yeni bir büyük güç politikası döneminde çıkarlarını savunma yeteneğinin de göstergesi olacaktır.


Yazarlar hakkında: Jonathan Holslag, Brüksel Çağdaş Çin Çalışmaları Enstitüsü (BICCS) araştırma müdürü; Gustaaf Geeraerts BICCS müdürü.

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı