Cihat bir terkiptir. Bu terkibin içinde tebliğ faaliyetleri olduğu gibi aynı zamanda kital/çarpışma da vardır. Cihat bu anlamda hem fizik hem de metafiziktir. Cihadı alanlardan birisine hasretmek indirgemecilik olur. Son sıralarda maalesef terkibin uçlarında indirgeme çabalarına rastlıyoruz. Cihat ne kitale yani çarpışmaya ne de manevi cihada indirgenebilir. Bunlardan birisini yeterli görmek indirgemeciliktir.
Hindistan’da İngilizler Kadiyanileri destekleyerek hem Müslümanlara içlerinden bir rakip grup türetmişler hem de bu vesile ile cihadı iptal etmişler ve itibarsızlaştırmışlardır. İngilizler bir de cihadı karalamak için kendilerine yönelik cihat çabalarını Vehhabilik olarak kulp takmış ve takdim etmişlerdir. Ahmet Bin İrfan ve İsmail Şehit gibiler İngilizlere karşı cihat hareketini aktif hale getirirler. Lakin İngilizler onları Müslümanların nazarından düşürmek için karalama cihetine giderler ve Vehhabilikle suçlarlar. Ebu’l Hasan en Nedevi en az iki kitabında bu hususa temas etmiştir. Bunlardan birisi İman Ruhu Estiğinde ( İza Hebbe ruhu’l İman) kitabıdır.
Günümüzde de Kafkaslar'da, Ortadoğu’da cihat kavramına ve hareketlerine karşı karalama kampanyaları hızını kaybetmeden devam etmektedir. Bununla birlikte, kimi zaman cihadı sadece kital manasında anlayanlar ve indirgeyenler manevi cihat anlamındaki tebliğ faaliyetlerini hafife almakta ve sahiplerini de hor görmektedirler. Gazali'nin bu yüzden hor görülmesi gibi. Bu hususta ifrat ve tefrit eksenli yaklaşımlar devam etmektedir.
Cihat kavramı sofistike bir kavramdır ve uçlardan birisine indirgenemez. Cihat ilkelerin savunması ve nefs-i müdafaa ve onun ötesinde yüce değerlerin savunmasıdır. Batılıların algılamalarının veya indirgemelerinin hilafına cihat savaş veya çarpışma olarak (harb ve kital) adlandırılmamıştır. Cihat görevini ifa edenlere de mukatil denmemiş, bilakis mücahit denmiştir. Dolayısıyla mücahitler mücerret savaşçı değildirler (El İmam Aliyyü ibni Ebi Talib, Dr. Haşim Yahya Mellah, Daru’l Kütüb el İlmiyye, Beyrut, s: 38)
Cihat ile kital arasındaki ilişki İslami ile şeriat arasındaki ilişki gibidir. Seyyid Kutup’un ifadesiyle, cihat tebliğin bir aracı değildir. Zira İslam’da zorlama yoktur. Lakin cihat karşı zorlamayı ortadan kaldıran bir husustur. Böylece tebliğ ortamını hazırlar. İman için zorlamaz ama zorlamanın önüne keser ve tebliğin önünü ve yolunu açar. Güç hakkın yerine ikame edilemez ve hak değildir ama hakkın yaveri ve bekçisidir. Gücü hatta fedaisi olmayan hak, zayidir. Müşterisi olmayan metanın zayi olması gibidir.
Son dönemde cihat bir terkip olmaktan çıkmış ve uçlara hasredilmiştir. Bu anlamda kimileri dönemimizde cihadın silahlı kolunun tatile uğradığına hükmetmektedirler. Silahlı boyuta gerek kalmadığına inanmaktadırlar. Geçenlerde, İstanbul İlim ve Kültür vakfının Wow Otelinde düzenlemiş olduğu Nübüvvet başlıklı sempozyumda, ağabeyler kuşağından ve Üstat Bediüzzaman’ın talebelerinden Said Özdemir cihad-ı maneviden bahsetti ve Bediüzzaman’ın çabalarını ve gayretlerini cihad-ı manevi üzerine teksif ettiğini anlattı. Elbette bu bilinmeyen bir husus değil. Lakin münhasıran öyle olduğunu ifade etti. Halbuki, kital manasındaki cihat da kıyamete kadar bakidir. Nesh vaki olmamıştır. Türkiye’de bir zamanlar lokallerde konuşmak ve kahve sohbetleri yapmak da manevi cihada hatta fiili cihada hamledilirdi. Bunlar maksadı aşan hükümlerdir. Lakin cihadın iki kısmının yöntemleri ve dolayısıyla ihtisası birbirinden farklıdır. Bundan dolayı Bediüzzaman siyasete mesafeli durduğu gibi kital manasındaki cihattan da fazla bahsetmemiştir. Hatta Birinci Dünya Savaşı sırasında fiili cihada katılmasına rağmen teorisine fazla girmemiştir. Zira ilgili bulunduğu husus budur ve ilgi alanı da budur. Onun makamındaki birisi için işlevsel olan da budur. Yoksa o kital boyutundaki cihadı yazmadı diye cihat ortadan kalkacak değildir. Evlenmemesinin veya sakal bırakmamasının bu yöndeki sünnetleri hükümsüz bırakmadığı gibi.
Abdulkadir Geylani veya Gazali gibi irşat kutupları veya irşat eksenli şahsiyetler de genelde kital manasındaki cihat bahsine girmemişlerdir. Bu zımni bir ret veya inkar da değildir. Cihat devlet ve organlarının görevidir. Devlet fonksiyonlarını icra edemez hale gelir ve düşman saldırısı umumi olursa bu taktirde cihat toplumsal ve içtimai zemine iner. Meşrep asabiyet veya muhabbetiyle bazen indirgemeciler uçları terkibin yerine koyuyorlar. Bundan sakınmalıyız.
Tavzih: Dikkatli bir okurum sayesinde Ali Bulaç beyin bir düzeltme talebine muttali oldum. Öncelikli olarak, tavzihin gecikmesinin nedeni kesinlikle kale almamak veya ihmal değil. Yoğunluk nedeniyle fark edemedim. Doğrudan konuya gelecek olursak; Ali Bulaç, ‘Allah’ın düşündüğüne’ dair kullandığını söylediğimiz ifadelere ilişkin kitaplarından mesnet göstermemizi istiyor. Elbette ispat iddia makamına aittir. Ama nefyi ispatta müşkildir. Bununla birlikte, kendisini zaman zaman sadece günlük yazılarından takip ediyorum. Benim açımdan böyle bir ifade kullandığı müsellem bir hakikattir. Kendisine yoktan bir isnatta bulunmayı veya iftira etmeyi zül addederim. Zaten daha önce böyle bir vakıam hiç olmamıştır. Onun bu tarz ifadelerine geçmişte en az bir defa-belki birkaç defa- atıfta bulundum. Şimdi ise meselenin üzerinden uzunca bir vakit geçtiğinden sözlerine yeniden ulaşmak, küpürler arasında gezinmeyi gerektirir. Bu da samanlıkta iğne aramaya benzer. Bununla birlikte, bu sözleri kendisine yakıştıramadığına göre, mesele burada bitmiştir. Derdimiz bağcıyı dövmek değil üzüm yemektir. Şeyhülislam Mustafa Sabri’nin Muhyiddin Arabi’yi bir teziyle alakalı olarak eleştirdikten sonra Şarani’nin sözlerinin hatırlatılması üzerine ihtiyat payı bırakır ve şunları söyler: Benim sözlerim zahiren Muhyiddin Arabi’ye dönük olsa da onun bu sözleri söylememesi ihtimaline binaen benim bu sözlerim ona değil, o sözlerin maksadına veya o sözlerin maksudu olan teze münsarif olur. Sahiplenmediği tezi kendisine nispette ısrar, insafsızlık olur.