HSYK Başkanvekili, hükümetin kurulun yapısını değiştirme amacı taşıdığını ima ediyor. Peki HSYK’nın görev ve yetkilerinde düzenleme yapmak yasama organının yetkisinde değil midir? Sorunun temelini zaten bu zihniyet oluşturuyor.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) Erzurum’daki özel yetkili savcıların yetkilerini kaldırmasıyla gelişen olaylar iki açıdan büyük önem taşımaktadır. Birincisi, HSYK’nın yetkisini aşarak yargısal denetim fonksiyonu görürcesine bir işlemde bulunmasının yargı sistemine yaptığı olumsuz etkidir. İdari bir kurul olan HSYK, yargısal bir kurul gibi davranarak anayasa ve yasalarda belirlenen yetkisini aşmış, devam eden bir yargılamayı zora sokmuş, açıktan müdahaleyla hukuk sisteminin temellerini sarsacak bir girişimde bulunmuştur. Keyfi ve dayatmacı bir karar alınmış, diğer yargı kurumları da beyan ve tavırlarıyla duruma destek olmuştur. Yaşanan yargı krizi, yargıya ve hukuka duyulan güveni derinden sarsacak mahiyettedir.
Engenekon ürküntüsü
İkincisi, bir kısım yargı bürokrasisi, devam eden bir sürece yönelik tavır takınmış, olumsuz pozisyon almıştır. Son dönemde çeteler, mafya ve karanlık güç odaklarına karşı yürütülen soruşturma ve yargılamalar çok yönlü olarak devam etmektedir. Ergenekon ile bağlantılı olan veya olmayan birçok oluşum veya kanunsuzluk yargının konusu yapılmaktadır. Medyaya, askere, siyasete, üniversitelere sirayet ettiği iddia edilen bu yapılanmaların yargı alanına uzanan boyutlarına el atılması, bazı çevreleri derinden rahatsız etmiştir. Birileri adeta ‘bu alana girmeyin’ uyarısı yapmaktadır.
Son gelişme, cesaret kırmak, ön kesmek anlamında değerlendirilebilir. Oysa bir ülkede hukuksuz alanlar, kayıt dışı işlemler, yasalara uygun olmayan eylemler ortaya çıkıyorsa, buna göz yumamayacak kurumların başında yargı gelir. Her kurumun içinde yanlış yapanlar nasıl ayıklanıyorsa, bu kurum içinde yanlış yapanlar da ayıklanabilmeli, hiç değilse özgürce dava konusu yapılabilmelidir. Aksi halde Türkiye’de ne demokrasi kökleşebilir, ne hukuk sistemi çağdaş standartlara ulaşabilir.
Kim karar verecek?
AB raporları Şemdinli olayını “yargıya baskı” olarak nitelendirmişti. Yargıtay Başkanı “ihsas-ı reyi size mi soracağız” diyor. Oysa ortada ihsas-ı rey değil doğrudan ikrar-ı rey vardır. Peki hükümete sorulmasın, AB’ye sorulsun, bakalım onlar ne diyecek? Anayasaya bakılmazsa, millete sorulmazsa, yasama ve yürütmeye sorulmazsa, AB’ye sorulmazsa, her şeyin en doğrusunu birileri bilirse, doğruyu bu birileri tanımlarsa o ülkedeki sistemin adı ne olur? Demokrasilerde düzenlemeyi yapan, milli iradeye dayanan yasama organı değil midir? Doğruyu yasama değil, bu birileri tanımlayacak, Anayasa değil bu birileri bilecekse, o zaman Türkiye demokrasi ve hukuk devleti olarak adlandırılabilir mi?
Gerçeker’in “yasayı doğru okusunlar”, HSYK Başkan Vekilinin “hukukçu konuşması değil” sözleri, tepeden bakan, küçümseyen, kendisini mutlak hakikatin temsilcisi gibi gören bir anlayışa dayanmaktadır. Adalet Bakanlığı yasaları doğru okuyacak, doğru yorumlayabilecek yetkinliğe sahip bir kurumdur. Burada tartışmaya sebep olan HSYK’nın anayasa ve yasayı doğru okuyamaması veya doğru okuduğu yetki çerçevesini bilerek aşması durumudur.
Yargı taraf tutmaz
HSYK kararı ardından Yargıtay’ın, Danıştay’ın destek açıklamaları yapması, bunu destek ziyaretlerinin takip etmesi farklı bir dayanışmayı ve farklı bir niyeti yansıtıyor.
Bir yargı kurumunun aldığı karar hukuken ve toplum vicdanı açısından tartışmaya sebep olursa, diğer yargı kurumlarının yapması gereken hemen bir tarafta saf tutmak, siyasi polemiklere girmek olmamalıdır. Bu dayanışma bile ortada serinkanlı bir yargı faaliyeti olmadığını gösterir. Türkiye’nin temel sorunlarından biri, önüne gelenin, yetki ve sorumluluklarına bakmadan konuşmalar yapması, siyasi tavırlar takınması, “dediğim dedik” dayatması içine girmesidir. Siyaset ve konuşma merakı, birçok kurumun saygınlığını yıpratmaktadır.
CHP ile paslaşma!
Bir kısım yargı çevrelerinin son dönemde sıkça CHP ile aynı safa düştüğüne şahit oluyoruz, açıkça koordine bir çalışma izlenimi oluşuyor. CHP lideri bir açıklama yapıyor, ardından yargı sözcüleri benzer açıklamalar yapıyorlar veya Baykal’ın sözleri üzerinden işlem başlatıyorlar. CHP, Habur’la ilgili gensoru veriyor, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı işlem başlatıyor. Baykal televizyonda hissetmekten bahsediyor, Başsavcı hemen arkasından hissetmek diyor. Baykal “yandaş yargı” diyor, yargının “ırzına geçildi” diyor, HSYK bu düşünceyle karar alıyor. CHP, AYM’nin kapısına koşuyor, AYM yasamanın işlemlerini
iptal ediyor. CHP, yürütmeye vuruyor, Danıştay, yürütmenin elini kolunu bağlamaya başlıyor.
Yargının çoğu kararı CHP ile paralellik oluşturur, iktidar ile ters düşerken “yandaş” tartışması yapmayanlardan, yargı hükümeti destekler bir karar aldığında “yandaş yargı” feryadı yükseliyor. Alınan kararların partilerin işine yaramasına bakılarak yandaşlık tespit edilecekse, ortada ciddi bir CHP yandaşlığından bahsetmek mümkündür.
Yeni düzenleme zamanı
HSYK Başkanvekili, Adalet Bakanı’nı eleştirirken, hükümetin “yeniden düzenleme çabası” içinde olduğunu söylüyor, kurulun yapısını değiştirme amacı taşıdığını ima ediyor. Peki HSYK’nın görev ve yetkilerinde yeniden düzenleme yapmak yasama organının yetkisinde değil midir? Kurulun yapısı, düzenlenemez, değiştirilemez, yeniden belirlenemez mi? Kurul, değiştirilmesi bile teklif edilemeyen dokunulamayan, uluhiyet içeren bir yapıya mı sahiptir?
Sorunun temelini zaten bu zihniyet oluşturuyor. Milli egemenlik ve demokratik irade işte bu noktada devre dışı bırakılıyor. Hukuk devletiyle, yargıç devleti arasındaki ayrım bu noktada başlıyor. TBMM’nin belli kurullara üye seçmesini siyasallaşma olarak gören anlayışın esas sıkıntısı, milli iradeyledir. Dokunulamaz, kapalı, imtiyazlı alanlar oluşturulması düşüncesi, demokratik yapının içini boşaltmaktadır.
ABD’de ve AB ülkelerinde kurul üyelerinin çoğu ya yasama ya yürütme tarafından belirlenmektedir. Türkiye’de ise bunun düşünülmesi vahim bir durum olarak lanse edilmektedir. Belli zihniyetteki insanların seçileceği kaygısı, bir kesimin devre dışı bırakılmasına, başka bir kesimin önünün açılmasına yarıyor.
Son yaşanan olaylar Türkiye’nin sadece hukuk devleti olup olmayacağını değil, aynı zamanda gelişmiş bir demokrasi olup olmayacağını da sorgulamayı gerektiren niteliktedir.
Hukukun eğilip bükülmesinin altında yatan asıl sebep milli iradeye ve demokrasiye duyulan hazımsızlıktır.
* Doç. Dr. Yalçın Akdoğan / Siyaset Bilimci
yalcinakdogan@mynet.com
Kaynak: Star