CHP, yüksek yargı, TSK bunu mu istiyorlar?



Fransa’da bölgesel seçimler yapıldı.

Herkes daha ziyade sosyalist partinin büyük yükselişini, Sarkozy’nin yenilgisini tartışıyor.

Ancak, Fransa’daki bölgesel seçimlerin başka bir boyutu daha var ve kanımca bu boyut bizim ülkemizde çok daha fazla tartışılması gereken bir boyut.

Hatırlarsınız, bir-iki sene önce Fransa’da ve özellikle Paris varoşlarında büyük olaylar çıkmış idi.

Göçmen ailelerin çocukları polisle çatışmış, ölenler olmuş, binlerce araba yakılmış-yıkılmış, Fransa’da yer yerinden oynamış idi.

Gençler, hatta çocuk denecek yaşlardaki bu ayaklanmacılar fransız sisteminin sorgulanmasına neden olmuş, herkes konuyla ilgilenmiş idi.

Bazı önlemler alındı, olaylar yatışır gibi oldu; ve hatta konu unutulmaya bile yüz tuttu.

Taa ki, geçtiğimiz haftaya kadar.

Geçtiğimiz hafta Fransa’da yapılan bölgesel seçimlere katılım düşük oldu; Avrupa kamuoyu zaten buna alışık.

Ama fransızların pek alışık olmadığı mesele bazı seçim bölgelerinde yerel seçimlere katılım oranının yüzde ona, onbeşe kadar düşmüş olması.

Daha da çarpıcı olanı seçimlere katılım oranının yüzde ona, onbeşe kadar düştüğü bölgelerin iki sene önce göçmen çocukların binlerce arabayı yaktıkları bölgelerle adeta bire bir örtüşmesi.

Konuştuğum tüm sosyal bilimciler bu sonucun bu bölgelerde yaşayan seçmenlerin, göçmenlerin sistemden koptuğunun bir ifadesi olduğunda hemfikir; ne Sarkozy, ne sosyalistler, ne komünistler, troçkistler bu insanlara bir şey söylemiyorlar artık.

Bir ülkenin sosyal açıdan, demokrasi perspektifinden başına daha kötü ne gelebilir bilemiyorum.

Türkiye’mizde de 1950’den beri iyi kötü işletilmeye çalışılan bir parlamenter, çok partili bir sistem var ama TSK sürece 1960’da, 1971’de, 1980’de, 1997’de zorbaca müdahale ediyor; her seferinde de iktidarda, beğenin ya da beğenmeyin, CHP’ye karşı seçim kazanmış birileri var.

Zorbalık, vahşet 1961’de tavan yapıyor ve üç kez arka arkaya seçim kazanmış bir Başbakan idam ediliyor.

27 Nisan muhtırası da bir kepazelik ama en azından bu kez evdeki hesap çarşıya uymuyor; ancak, hem yargı (367 kararı, parti kapatma davası), hem CHP (bu sürece verdiği destek), hem TSK (2003’den günümüze iddianamelere yansıyan darbe girişimleri) bitmek, tükenmek bilmeyen bir enerjiyle Türkiye seçmenlerinin tercihleri dışında yönetimler arayışını sürdürüyorlar.

Türbanın legalize (zaten meşruiyet sorunu yok) edilmesi yönünde yapılan anayasa değişikliklerinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptali, Ankara kulislerinde yine gündemde olan yeni bir parti kapatma davası ihtimali, gündemde olan anayasa paketiyle ilgili hem CHP’nin, hem yüksek yargının aldığı pozisyonlar (MHP meselesine ayrı bir yazıda değineceğim) özünde yine seçmen tercihlerinin yönetime, anayasaya yansımasını engelleme çabaları.

Ancak, bu çabaların bir biçimde, kısmen de olsa, netice vermesinin CHP’nin, yüksek yargının, TSK’nın düşünce sistematiklerini aşabilecek olumsuz sonuçlar da üretmesi mümkün.

1950’den beri verilen oylar karşılığında bir türlü vesayet rejiminin değişmediğini, seçtiği başbakanların bazen siyaseten katl (1961), bazen de katakulli (1971, 1997) ile devrilebildiğini gören geniş seçmen kesimleri fransız varoşlarının oy verme (me) biçimini benimsediği anda, bugün değil ama işte o zaman ortada yaşanabilecek bir Türkiye kalmayabilir.

CHP, yüksek yargı, TSK, hiç dilemem ama, yoksa böyle bir Türkiye mi özlüyorlar?

CHP yöneticileri, yüksek yargı sözcüleri, TSK komutanları, aklınızı başınıza alınız ve seçmen çoğunluğunun iradesinin, şiddet söz konusu olmadığı müddetçe, yönetimi, hukuku belirlemesini içinize sindiriniz.

Geniş muhafazakar kesimlerin sandıktan umudunu kesmeleri kadar Türkiye için daha kötü ne olabilir?

Star Gazete