CHP gerçekten değişmiş olabilir mi?

Çok yakın bir zamana kadar kurulu düzenin savunuculuğunu yapan bir siyasî aktör niteliğinde olan CHP, Kılıçdaroğlu'nun genel başkan oluşundan itibaren yenilenme ve değişimci bir tavır ortaya koyma iddiasında.

Bu iddianın ne denli sâhici olduğu ise elbette partinin performansıyla birlikte değerlendirilebilecek bir husus. Bu bağlamda, öncelikle, CHP'nin Cumhuriyet'le yaşıt olan târihi açısından baktığımızda, merhum Bülent Ecevit'in liderliğiyle birlikte gerçekleşen 1970'lerdeki demokratik çıkışı dışında, demokratik bir halk desteği elde etmek bakımından pek de başarılı bir performans sergilemediğini hatırlamamız gerekmektedir. Dahası, bu demokratik performans eksikliğinin, partinin 2007 sonrası süreçte vesayetçi statükonun açık destekçisi olmasıyla zirveye tırmandığını da belirtmeliyiz.

Bunları hatırlatmamın sebebi, özellikle Kılıçdar-oğlu'nun genel başkan oluşundan sonraki süreçte ve daha da özel olarak 2011 genel seçimlerinden itibâren yaşanan gelişmelerde "yeni CHP" vurgusunun mutlaka "daha demokratik bir yönde değişim" anlamına gelmesi gerektiğini öne çıkarmaktır. Bir diğer deyişle CHP yenilendiyse veya yenileniyorsa ve partinin geçirdiği iddia edilen bu yenilenme süreci Türkiye için bir anlam taşıyacaksa, hedefin daha özgürlükçü ve daha demokratik bir Türkiye yönünde olması gerekir. Bu bakımdan da CHP'nin târihî köklerinden ve müktesebâtından kaynaklanan ve hiç de yersiz olmayan kuşkular bulunmaktadır. CHP'nin gerçekten değişip değişmediği ile ilgili bu kuşkuların ne denli yerinde olup olmadığı bakımından yeni anayasa çalışmaları önemli bir gösterge olabilir.

Basından öğrendiğimiz kadarıyla, TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu'na CHP tarafından sunulduğu bildirilen ve temel hak ve hürriyetlerle ilgili olan bazı öneriler, CHP'nin yeni ve demokratik niteliği hakkında bir değerlendirme yapmamıza da imkân verici niteliktedir. Bu nedenle, bu önerilere biraz yakından bakmakta fayda vardır.

CHP'nin önerilerinde dikkat çeken hususlardan biri, Kürt sorunu bağlamında hayatî önem taşıyan anadilde eğitim/öğrenim konusudur. CHP'nin bu önemli konuya ilişkin önerisi şöyle: "Eğitim dili Türkçedir. Devlet kişilerin anadilde öğrenim görmeleri konusunda gerekli önlemleri alır." Bu öneri, CHP'nin Kürt sorunu konusundaki tavrının demokratik ve özgürlükçü bir yönde adamakıllı değişmiş olduğunun işâretidir. Neden mi? (1) Halen Anayasa'da var olan Türkçe dışındaki dillerin anadil olarak okutulamayacağı ve öğretilemeyeceği yönündeki yasak 12 Eylül darbecilerinin Türkçü-milliyetçi ideolojilerinin bir ürünüdür. Dolayısıyla, yeni anayasa yapma iddiasıyla yola çıkan hiçbir siyasî örgüt, demokratik bir tavır olarak darbe ürünü anayasadaki yasakları savunmamalıdır. Bu nedenle yeni anayasada anadilde eğitim ile ilgili hiçbir yasak olmamalıdır. Bu, yeni anayasanın tüm demokratik siyasî örgütlerin üzerinde birleşmesi gereken ortak paydadır. CHP önerisi bu ortak paydayı vurgulamaktadır ve bu bakımdan olumludur. (2) Bu ortak paydanın ötesine geçildiğinde, yeni anayasada anadilde eğitim ile ilgili devlete pozitif bir yükümlülük getiren düzenlemeler de önerilebilir. CHP'nin önerisinin önemi işte bu noktada ortaya çıkmaktadır. Çünkü CHP, sâdece 12 Eylül ürünü bir yasağın kaldırılmasını istemekle yetinmeyip, üstüne bir de devlete "kişilerin anadilde eğitim görmeleri konusunda gerekli önlemleri alma" yükümlülüğü getirmektedir. Bu düzenleme önerisi, Kürt sorununun en önemli ayaklarından biri olan anadilde eğitime ilişkin anayasadan kaynaklanan engelleri pozitif yönde yok eden bir öneri olarak değerlendirilmelidir.

CHP VE DİN

CHP'nin temel hak ve hürriyetlerle ilgili önerileri arasında diğer dikkat çekici noktalar "lâiklik" ile ilgilidir. CHP'nin bu bağlamda yer alan "din ve vicdan hürriyeti" ve Diyanet ile ilgili önerileri, partinin, Cumhuriyet'in kuruluşundan gelen din ve inanç alanını devletin merkeziyetçi denetimi altına koyan "otoriter lâikçilik"ten ayrılmakta olduğunu mu göstermektedir? Biraz yakından bakalım: CHP'nin bu bağlamdaki önerileri iki noktada dikkat çekici özelliklere sâhiptir. Birinci nokta, CHP'nin din ve vicdan hürriyeti konusunda uluslararası temel hak ve hürriyetlerle ilgili andlaşmalarda var olan yaklaşımı aynen benimsemiş olduğudur. CHP'nin önerisinde "herkes din ve vicdan hürriyetine sahiptir" denildikten sonra kimsenin bir din veya inanca mensup olmaya veya mensup olduğu din veya inançtan çıkmaya zorlanamayacağı, din veya inancını serbestçe belirleme ve değiştirme ve hiçbir inanca sahip olmama hakkına sahip olduğu, bunlar sebebiyle kınanamayacağı gibi bütün özgürlükçü demokratik anayasa düzenlerinde geçerli olan temel unsurlar vurgulanmıştır. Keza dinî âyin ve törenlerin serbestçe, toplu veya bireysel olarak, özel yahut kamusal alanda alenî bir biçimde icrâ edilebileceği de güvence altına alınmaktadır.

Başta Lozan Andlaşması ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olmak üzere Türkiye'yi bağlayan uluslararası andlaşmalardaki düzenlemeleri tekrarlayan bu önerilerden ayrı olarak, CHP'nin özel olarak Türkiye'deki bazı sorun alanlarına işâret eden ek önerileri bulunmaktadır. Bunlardan ilki "zorunlu din kültürü ve ahlâk bilgisi dersleri"yle ilgilidir. CHP önerisinde bu dersler zorunlu dersler olarak yer almamakta ve "seçmeli din ve din kültürü" eğitimi ve öğretiminin "çoğulcu, nesnel ve eleştirel olması" zorunlu kılınmaktadır. Bu önerinin, AİHM kararlarıyla da tescil edilmiş olduğu üzere, Türkiye'deki zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi eğitim ve öğretiminin özgürlükçü olmayan pratiğini özgürlükçü bir yönde değiştirmeye katkıda bulunacağı düşünülmektedir.

Buna benzer bir biçimde CHP, devletin din ve inançlar ve tabiî inançsızlıklar karşısında tarafsız olması gerektiği hususunun da yeni anayasada vurgulanması gerektiğini, bundan da öte devletin farklı din ve inançlar ile inananlar ve inanmayanlar arasında karşılıklı saygı ve hoşgörünün yerleşmesi ve sürdürülmesi için gerekli önlemleri alacağının anayasal bir kural olarak düzenlenmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Önerinin birinci kısmı esasen anayasada veya yasalarda yazılması dahi gerekmeyen bir temel ilkedir ancak CHP'nin bu konuda özellikle devlete bir pozitif yükümlülük getiren ikinci fıkra ile birlikte vurgu yapma ihtiyacı anlaşılabilir bir husustur. Zira Türkiye'de devlet, Diyanet aracılığıyla kendi resmî İslâm yorumunu tüm topluma –Lozan Andlaşması'yla himaye edilen gayrimüslim azınlıklar dışında- empoze edici bir uygulama içindedir. Bu bağlamda Diyanet'in de farklı din ve mezheplerin temsili esasına dayalı bir biçimde yeniden yapılandırılmasını öneren CHP, esasen 1924'e dek geriye giden bir kurum olarak Diyanet'in Müslüman çoğunluğun oluşturduğu bir toplumda İslâm'ın "ahlâk, itikâdât ve ibâdât" alanlarında kurduğu denetim, gözetim ve yönlendirme işlevlerini de değiştirmek istemektedir.

Netîce itibârıyla Türkiye'de yeni anayasa ihtiyacının en önde gelen gerekçesi olan Kürt sorunu ile diğer önemli gerekçeyi oluşturan özgürlükçü lâikliğin yerleştirilmesi bağlamlarında CHP'nin evrensel özgürlük anlayışıyla birebir uyumlu ve aynı zamanda Türkiye'ye özgü gerçekleri de dikkate alan öneriler getirdiği anlaşılmaktadır. AK Parti başta olmak üzere yeni anayasa sürecinde etkili siyasî aktörlerin kısmen de olsa bu önerilerle örtüşen, bunlara yakın ve bunları geliştirebilecek başka önerileri bulunmaktadır. Dolayısıyla CHP, bu önerileriyle yeni ve demokratik bir anayasa üzerinde uzlaşma umutlarının canlı tutulmasına olumlu katkılarda bulunmuştur.

O hâlde, yeniden soracak olursak: CHP gerçekten değişmiş olabilir mi? Evet, neden olmasın! Lâkin bu aşamada, bu sorunun cevabından daha önemli olan, CHP'nin "parti olarak" yeni anayasa ile ilgili bu önerilerini sâhiplenen bir siyaset izlemekle Türkiye'nin demokratikleşmesine çok önemli katkılar yapabileceği gerçeğidir.

Kaynak: Zaman