İşte size bir düşünce deneyi: Başkan Barack Obama'yla eski başkan yardımcısı Dick Cheney arasında ulusal güvenlik konusunda yürüyen büyük tartışmadan yapılan alıntılara bakarken, bu meselelerin ABD 11 Eylül düzeyinde yeni bir terör saldırısıyla vurulursa işleyeceğini hayal etmeye çalışın.
Kriz zamanında ülkenin Obama'nın arkasında birleşeceğini umut edersiniz. Fakat uçuşan zehirli oklara baktığımda bundan o kadar emin değilim. Bu kez ülkenin boş bir balkabağı gibi tam ortasından ikiye bölünebileceğinden, sağın solu, solun da sağı suçladığı bir manzara ortaya çıkabileceğinden endişe ediyorum.
Beni korkutan Cheney'nin, yeni yönetimin güvenlik politikasına karşı alaycı saldırısı: Particiliğin ateşini yükseltiyor ve ülkeyi kriz halinde bir tutacak tutkalı zayıflatıyor. İntikam oyunu oynuyor, haklı çıkmak için en keskin uçları, en hasis tutumları zorluyor - başkanın sert sorgulamaya karşı çıkışının 'sahte ahlakçılık' ve 'doğruluk kisvesine bürünmüş kayıtsızlık' olduğunu iddia ediyor. Bunlar acı, kavgacı sözler. Rakibinizi ülkeyi düşman karşısında zayıflatmakla suçladığınızda bir sınırı geçmiş olursunuz. Bu yüzden Obama'nın orta zemini elde tutma çabasını sevdim. Cheney'nin eli söylemsel düzeyde daha güçlü olabilir, fakat Obama'nın soğukkanlı sunumu ona felaket halinde ülkeyi birleştirmek için daha çok şans veriyor. Cheney'ye bakarsanız, gerçekten de yeni bir saldırının yaklaştığına inanıyor ve bundan Obama sorumlu olacak, zira politikaları ülkeyi daha savunmasız hale getiriyor. Cheney çok geç olmadan insanları savunmamızı güçlendirmemiz konusunda uyandırmaya çalışıyor.
Öyleyse Cheney'nin savını didikleyeyim. ABD düşmanlarına karşı, Obama'nın terörle mücadele politikasında yaptığı değişikliklerden dolayı daha mı zayıf? Sanmıyorum ve üç gerekçem var: İlki, Obama politikalarının birçoğu Bush'un ikinci döneminde, Kaide'yle savaşma yeteneğimizde gözle görülür azalma olmaksızın biçim kazanmaya başladı. Waterboarding işkencesini kullanmayı durdurma kararını alan Bush'un CIA direktörü General Mike Hayden'di; Guantanamo'yu kapatma arzusunu dile getiren Bush'tu; orduya isyan bastırma savaşını kazanmanın bazı eski düşmanları yanınıza çekmeyi gerektirdiğini öğreten General David Petraeus'tu. Cheney aynı fütursuz argümanlarını Savunma Bakanı Robert Gates, dışişleri bakanı Condoleezza Rice ve ulusal güvenlik danışmanı Stephen Hadley'e karşı da dile getirmişti - ve kaybetti. Ve bu yüzden daha az güvende gibi görünmüyoruz.
İkincisi, Cheney ABD'nin imajının önem taşıdığı siyasi bir savaş verdiğimizi görmezden geliyor. Teröristlere işkence yapmamakla bazı bilgileri kaçıracağımız konusunda haklı olsa bile, bu kayıplar ABD'nin dünyadaki imajı açısından elde edilen kazanımların yanında muhtemelen önemsiz kalır. Britanya, IRA üyesi teröristlere karşı verdiği savaşta bunu idrak etti. İnsan hakları gruplarından gelen baskı Londra'yı tutuklulara karşı sert sorgulama yöntemleri kullanmayı durdurmak zorunda bırakınca, başta bir miktar istihbarat kaybetti. Fakat bu siyasi bir savaştı ve daha insani bir sorgulama politikası Britanya'nın imajını Kuzey İrlandalı Katolikler arasında güçlendirdi, IRA'nın cazibesini azalttı ve aşama aşama nihai barışın yolunu açtı.
Üçüncüsü, başarılı terörle mücadele politikası tanımı gereği uzun sürelidir. Bu kısa bir savaş olmayacak ve bin Ladin USS Missouri'nin güvertesinde teslim olsa da bitmeyecek. Ne yazık ki terörle mücadelemiz belli biçimlerde yıllarca devam edecek. Bush-Cheney'nin yaklaşımı çöktü, çünkü hukuksuz ve içkin olarak zayıftı. Sürdürülebilir de değildi, zira geniş destekten yoksundu. Bu da bizi Cheney'nin savunduğunu söylediği davaya verdiği gerçek zarara getiriyor: Düşmanlara karşı sürdürebilir, atak, hukuka uygun bir mücadele vermek için gereken partilerüstü zemini aşındırıyor.
Velhasıl düşünce deneyi şu: En kötüsünü tahayyül etmeye çalışın (Cheney Dünyası'nda yaşamayı deneyin) ve ülke güvenliğinin en iyi korunacağı koşullar hakkında düşünün. Bu deneyden Cheney'nin savının sağlam çıkacağını hiç sanmıyorum. (22 Mayıs 2009)
Kaynak: Radikal