Cenevre'ye gitmek ya da gitmemek

Batı demokrasileri bölünmüş olarak Birleşmiş Milletler'in 20-24 Nisan tarihlerini kapsayacak şekilde düzenlediği ırkçılık konulu konferansı konusunda tavırlarını belirlemiş durumdalar. ABD sonuç olarak boykot taraftarları ülkelerin (Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, İsrail) arasına katılırken Avrupa ülkeleri de kendi aralarında bölündü:  

Fransa ve Büyük Britanya, BM'nin Cenevre'de düzenlediği ırkçılık konulu zirveye katılırken Almanya, İtalya ve Hollanda bu konferansı boykot ediyor.

Bu bölünmüşlük durumu insan haklarını, kültürlere ve dinlere saygı adına, yükümlülüklere karşı çıkmak ve yükümlülüklerden muaf olmak için metotlu bir biçimde insan haklarını araçsallaştırmaya çalışan diktatörlükler ve köktendinciler için bir başarı oluşturmaktadır. Söz konusu durum, aynı zamanda, Brileşmiş Milletler'in dünya ölçeğinde Avrupa Birliği'nin ise Avrupa ölçeğinde ortamı ve vasıtası olması gereken çokkutupluluk için de yine çok kötü bir işaret oldu. Nihayet bu durum, demokraside her türlü ırkçılığa karşı mücadelenin temel önemde olduğunu düşünen herkesi ağır bir hayal kırıklığına uğrattığını da belirtmemiz gerekiyor.

Boykot taraftarlarının ellerinde tutumlarını meşrulaştırabilmek için kullanabilecekleri çok sayıda argüman bulunmaktadır. Haftalardır hararetli bir pazarlık konusu olan sonuç bildirgesi projesinin son hali ancak konferansın verebileceği zararların sınırlandırılmasına yarayabilecek. Kuşkusuz, Müslüman ülkelerin ve İslam Konferansı Örgütü'nün insan haklarına saldırı olarak kabul ettirmek istediği "dinlerin aşağılanması" kavramı konu dışı bırakıldı. Kuşkusuz Siyonizm de artık, Tüm bu gelişmelere karşın, Cenevre bildirgesi Durban'a referans yapmaktadır ve zımni olarak bize onun antisemit kalıntılarını hatırlatmaktadır. Yine de, uzun süren görüşmelerin dolayısıyla tavizlerin meyvesi olan bu metin etkisini mutlaka göreceğimiz bir gerilemeyi teyit ettiğini de belirtelim. Tüm uluslararası ortamlarda olduğu gibi BM'de de, ideolojik çatışmalar, düşünce ve ifade özgürlüğünden başlayarak insan haklarının dahi ilkelerini sarsabilecek doğal kurallar oluşturan kelimelerle başlamaktadır.

Tabii ki bu durum inkar edilemez. Ancak inkar edilemeyecek bir başka husus da, sandalyeleri boş bırakma politikasının da mücadeleden kaçış olduğudur. Demokrasiler için ehven-i şer olan tavır ancak değerlerini adım adım savunacakları bir cephe oluşturmak olabilirdi. Bu seçeneği tercih etmek, demokrasilerin, rakiplerine alanı boş bırakıp Birleşmiş Milletler'i sadece onların seslerinin duyulacağı bir yer haline getirmekten, bu kurumun imkanlarını kullanma lüksünü tümüyle onlara terk etmelerinden daha az kötü olacaktı. Tüm Avrupalıların bu direniş kararlılığını göstermemiş olmaları son derece üzüntü vericidir. Le Monde, başyazI 21 Nİsan 2009
 
Kaynak: Zaman