Hiç ummadığımız bir anda açılan, ince detaylarla içi doldurulan ve kapatılan parantezler vardır hayatımızda. Dış dünyadan bağımsız yaşanırlar, hayatın rutin akışına aldırmazlar, aklın bir köşesine çivilenir ve mevcudiyetlerini baki kılarlar.
Üstad Cemil Meriç'in kızı, Sosyoloji Profesörü, yazar ve bir İstanbul sevdalısı Ümit Meriç'e yaptığımız ziyaret de böyle bir parantez gibi girdi hatıra (hafıza) defterime. Üç saat süren ziyarete o kadar çok şey sığdı ki,
Bendeniz de zaten, ev sahibi Ümit Meriç, sohbetin ana teması Cemil Meriç olunca, konuşulacak konuların muhtemel hacmini az çok kestirmiş ve bu yükün altından her halükarda kalkamayacaklarını düşünerek yanıma kalem, defter almadan gitmeyi tercih etmiştim. Muhabbeti hafızamın sadaketine tevdi edecek, not
Defteri bir kenara bırakıyor ve belleğimdeki luzumlu sayfaları çeviriyorum. Gayem bu anlamlı ziyaretin telkin ettiği muhtelif ihsasları ve intibaları sizlerle paylaşabilmek.
Çengelköy'de bir daire. Bir cenahını yemek masası ve piyano işgal ederken, diğer cenahını koltuklara ayırmış bir salon. Pencere önüne yerleştirilmiş iki koltuktan birinde Cemil Meriç yaşlı bedenini dinlendiriyor. Bu son resim TRT tarafından çekilen eski belgeselden bilinçaltıma nakledilmiş olmalı. Ümit Meriç bu koltukları da, siyah piyano gibi hatıra olarak saklıyor. Evin bir cephesinden içeri yansıyan İstanbul manzarasının kadim devirlere has ihtişamı, bu evin sahibesi olan Osmanlı hanımefendisinin gönlüne göre. Bir cümle ile bu ev, şair, muharrir, hem kalender, hem tasavvufa teşne; tefekkür ve tasavvur sahasında kudret sahibi bir İstanbul aşığının zarif hayatı için bütün eşyayı cami. İstanbul manzaralı odalar ve büyük bir yekünu Cemil Meriç'in kitaplarından müteşekkil muhteşem bir kütüphane.
Giyimi kuşamı, hali tavrı ve yaşam biçimi ile, şarkı ve garbı bir araya getirip mükemmel bir sentez oluşturan Ümit Meriç, Cemil Meriç'in
Çınar altında çayımı yudumlarken yaşadıklarımın muhasebesini yapmaya çalışıyorum. Ümit Meriç'in, cölden gelen kavimlere mahsus o, temaşa ettikleri sonsuzluktan taşıdıkları sırlarla, temas ettikleri insanlara tesir edebilen gözleri düşüyor, önümde boylu boyunca uzanan Marmara denizinin sularına. Kulaklarımda ise genç torunun, sevgili Hazal'ın isyan çığlığı; "Benim anneannem Lamia Çataloğlu değil, benim anneannem Fevziye Meriç!".