Cemil Meriç, aşk ve trajik


Bu kurşuni bulutlar ancak inancın ya da aşkın rüzgârıyla bir yana sıyrılabilir. İnanç trajediyi sükûnetiyle yok ederken; aşk, kasırgasıyla kırar çünkü. Kalbin zamanı yoktur ve cenneti bu dünyada hissettirir. Araf'taki aydın aşka bu nedenle dört elle sarılır. Cehenneme yuvarlanmamak için tutunmak ister bir kadın eline.

Fakat kime yanlasa hüsran. Belki her defasında tecrübesi aynı şiddettedir. Ama 1964'te, bu kez mektupları elimizdedir. "İnsanın dörtte üçünü görünür kılan aşk", trajedisinden sükûnet, kaosundan kozmos, fırtınasından renk ve ahenk çıkarmasını sağlamıştır. Tamamlandığını, uçurumların üzerine yekpare köprüler kurarak şelâlelerini sınırsızca akıttığını hisseder. Fakat "Aşkın çiçekleri çabuk solar sevgilim". Eşsiz uyum yok olmuş, durgun su dalgalanmış, büyü bozulmuştur. Dilinin acılaşması gecikmez. Kayıtsız şartsız kendisine teslim olmadığı için sevgilisine yöneltir öfke oklarını. Neticede, cennet zamanını özleyen araftaki aydın, hiçbir erkeğin hiçbir kadına yazmadığına inandığı bu mektupları "Cehennemden Mektuplar" olarak adlandırır. Değil mi ki aşk, trajediyi eğer kırmıyorsa sadece artırır. Jurnal'inin en güzel ve en acı sayfalarıdır bunlar. Öfkesinde bile öyle asildir.

İki yıl sonra. Yeni bir tecrübe. Ezeli aşk üçgeninin tamamlanması gecikmez. Trajik olanın değişmez şeması. Üçgenin tepesinde Cemil Meriç vardır. Diğer köşelerden birinde Fevziye Hanım, diğerinde Lâmia Hanım.

Fevziye'sine her şeyden önce yazılı yasalarla bağlıdır Cemil Meriç. Nikâh. Toplumun, dinin, ahlâkın bütün dayatmaları ve tabularıyla. Dahası yazılı yasaların çok daha üzerinde seyreden ve çok daha geçerli olan vicdanın yasalarıyla. Çünkü Fevziye Hanım iyi bir anne, nurlu bir Meryem'dir. Fedakâr ve anlayışlıdır. Sözlüklerin iyi hanesine kayıtlı daha yığınla sıfat onu tanımlar. Böylesi bir melek, duygularda bile olsun nasıl aldatılabilir? Soru bu; Meriç'in trajedisi budur. Fevziye Hanım, evet, "Sakin bir yaz akşamı, fırtınasız bir liman"dır ama mesele tam da budur işte. Meriç "kasırgaya susuz"dur ve üçgenin bir de diğer köşesi vardır.

Her defasında yanıldığı şey nihayet çıkmıştır karşısına. Ve bu kez biz de şahidiz ki yanılmamaktadır. Aradığı ve beklediği ne varsa şimdi hepsi Lâmia. Her şey Lâmia'ya ilgisi nispetinde aydınlanır. Onunla kelimelerin soyut dünyası dışına çıkarak düpedüz yaşar. Ben'in cenderesini aşar.

Lâmia Hanım, Meriç'i sadece sevmekle kalmaz. Bunun niçinlerini de sıralar cömertlikle. Gerçeği en istendik görüntüsüyle yansıtan bir aynadır o. Yıllarca kendi görüntüsünü aynasızlıkta ekşitmiş masum bir narsistin Lâmia'sından vazgeçmesi bu nedenle mümkün olmaz. Onunla "kadın" "bir kadın"a, "dişi" "Lâmia"ya dönüşür. Onunla dünyanın hayal perdesi üzerindeki varlığı anlam bulur Meriç'in. Gerçek aşk. Daha ne ister?

Peki ama, şimdi ne olacaktır? Trajediler çıkışsız değil miydi?

Kendisine "Cehennemim ve cennetim" diye fısıldayan araf yazgılısını, "Dante'm benim" diye avutmasını bilen Lâmia Hanım, Meriç'in her halinin farkındadır. Evli, çocuklu, görmez. Her haliyle kabul eder onu. Yokuşlara sürmeden, bir seçim yapmaya zorlamadan, bir şeyleri terk etmeye, yok saymaya, reddetmeye mecbur bırakmadan. Çünkü Lâmia bilir ki bazı seçimlerin sonu yoktur. Bazı seçimlerdense seçmemek evlâdır. Meriç'in böyle bir seçimden salimen çıkamayacağını, bölüneceğini ve böyle bir bölümden geriye de sadece sıfır kalacağını bilir. Bir bakıma trajedi-kıran kadındır Lâmia.

Bu nedenle Meriç'in Jurnal'ini Lâmia Hanım'dan önce ve sonra olmak üzere ikiye ayırabiliriz rahatlıkla. Bahtiyardır sonrasında Meriç ve Jurnal'in hasret dolu sayfalarına korkusuzca dönüp bakabilir şimdi. Atlatılmış felâkete dönüp bakmanın huzuruyla. Bu, aslında sükûnete giden yolun da başlangıcıdır ama sükûnet aşkın en büyük düşmanı değil midir?

Kaynak: Zaman