Cemaat, Genelkurmay ve pazarlık

Öyle bir tartışma başladı ki, önünde durmak, daha doğrusu kayıtsız kalmak çok zor.

Genelkurmay Başkanı'nın 14 Nisan tarihli konuşması, peş peşe Gülen hareketi, cemaat olgusu, ve benzeri alanlarda bir dizi tartışma başlattı.

İlker Başbuğ'un Max Weber'den hareketle söyledikleri özetle şuydu: Modern organizasyon özgürleşmeye dayalıdır. Sivil örgütler, giriş ve çıkışın özgür iradeye bağlı olduğu, gönüllülük temelinde işleyen açık örgütlerdir. Dini cemaatler ise kapalı ve içe dönüktür, giriş ve çıkış çok farklı dinamiklere bağlıdır. Dini cemaatler, hele çıkar çevresinde örgütlenmişse, sivil toplum hareketi olamaz. Dolayısıyla da demokratik alanın bir oyuncusu kabul edilemez.

Başbuğ'un yaklaşımındaki 'yabancı'lık, kuşkusuz sadece yaptığı alıntılardan kaynaklanmıyor. Cumhuriyet tarihi boyunca şekillenen, ısrarla kendi tarihinden beslenmekten kaçınan, modernleşmeyi mutlak dönüştürücü kabul eden bir anlayışın örneklerinden biri aynı zamanda.

* * *

Türkiye'de dini bir cemaat ya da tarikat, gerçekten sivil toplum mantığı içinde ele alınabilir mi? Ortada bir benzerlik mi vardır, yoksa kendisini meşrulaştırma gayretinde olan yapılar mı? Bir cemaat ya da tarikat hangi yönleriyle sivil toplum örgütlerine benzer ya da ayrılır?

Dahası, demokratik alanda bir oyuncu kabul edilmesi için illa da bir sivil toplum örgütü olması mı gerekir?

Bunlar bizim henüz ele almadığımız, alsak da din, laiklik, irtica merkezli yüzeysel düşüncelere kurban ettiğimiz sorular.

Bizdeki dini yapıların ortaya çıkışı, tarihsel süreçte ele alındığında 'devlete karşı' ya da 'muhalif' olarak tanımlanamaz. Dolayısıyla Batıdaki sivil toplum düşüncesinin ve elbette uzun süreli pratiğinin üzerinde yükseldiği dayanaklara sahip değildir.

Ancak meselenin başka bir yönü daha var.

Evet, cemaat ya da tarikat yapılanması, devlete rağmen değildir, ona karşı örgütlenme iddiası yoktur. Dolayısıyla bu yapılarla sivil toplum örgütlerini karşılaştırmak, çok da sağlıklı sonuç vermeyebilir.

Fakat tüm gerçekler, dini yapıların zaman içinde kazandığı bazı özellikleri görmemize engel olmamalı.

Cumhuriyetle birlikte 'devlet aklı'nın İslam'dan arındırılması yolundaki çabalar, Müslümanların sistemin dışına itilişi, tarihi tecrübemizde sık rastlanmayan yeni bir durumu ortaya çıkardı.

Halkın değerleriyle devletin değerleri arasındaki çatışma arttıkça, dini yapılar ciddi bir sığınak görevi üstlendi. Belki muhalif bir dil kullanılmadığı için bu çatışma çok iyi görülemedi. Ama pek çok alanda sessizce ortaya çıkan muhalif duruş, kendisine nefes alacak alanlar aradı. Zaman içinde bunu ekonomik anlamda güçlendirme, bir adım sonrasında da siyaset üzerinde etkin kılma arayışında oldu. Bugün gelinen aşamada gerek ekonomik hayat, gerekse siyaset üzerinde sağlanan etkinliğin kısa tarihi böyle okunabilir.

* * *

Kuşkusuz halkın devletten bir kuruş almadan imam-hatip liseleri yaptırdığı günlerdeki dayanışmanın çok ötesinde bir yerdeyiz. Üstelik sahnede uluslararası aktörlerin de ciddi bir rolü var.

Ama hiç kimse bir kalemde her şeyi silip atarak, cemaatler şunu yapamaz, öteki bu rolü üstlenemez diyebilecek rahatlıkta değil.

Meseleyi 'Genelkurmayla cemaat diyalog kursun' diyerek ele alanların, en azından yakın tarihi ne kadar inceledikleri hayli kuşkulu. Ancak bu kuşkuya rağmen işin dönüp dolaşıp geleceği noktanın 'diyalog' olduğunu da söyleyebiliriz.

Savaş tarihi size şunu söyler. Eğer birilerini düşman ilan etmişseniz, gün gelir masaya oturursunuz. Gerisi pazarlık sürecinin ayrıntılarından ibarettir.

Kaynak: Star