Can alma 'özgürlüğü'!

Sürüp giden kürtaj tartışmalarında onaycı anlayış tezini meşrulaştırmaya çalışırken,  "Kürtaj haktır, bunu tartışmaya açmak, tamamen kadın düşmanlığıdır" diyerek bedenin kişiye ait olduğunu ve bütün tasarruf beden sahibinin uhdesinde olduğu kabulüyle iddiasını temellendiriyor.

Kürtajı "hak" olarak telakki eden yaklaşım, kendi görüşlerine aykırı her fikri totaliter yaftasıyla dışlıyor; tartışmaya dahi yanaşmıyor. Sorun sadece ülkemize has değil. Dünyada kıyasıya tartışılan konuya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AHİM) de taraf. Öyle ki kürtajı yasaklayan ülkelere ceza verirken kararını "özel hayatın korunması, işkence ve kötü muameleyi yasaklama" maddesine dayandırıyor. Bunun bir başka yoldan ifadesi, annenin özel hayatı önemli, işkence, (anne olma işkence!) olmamalı ve "can" tıbbın en ileri teknolojisiyle alınmalı! Konu bir grup Feminist söyleminin ötesinde seküler algı ile İslam'ın insana bakışının temelindeki çatışmayı ifade ediyor. İnsanı farklı anlamlandırma dolayısıyla onun haklarını da farklı kılıyor. Dünyada sürüp giden katliamları, hedef seçmeyen nükleer silahların üretimini kürtaja onay veren bakış açısından bağımsız düşünemeyiz.

İslam insanı anne karnında yüz yirmi günlükken hükmü şahsiyet olarak kabul eder. Fıtır sadakasında hesaba dâhil edilir, canı yaşayan insanlarla ayın değerde kabul görür. Öte yandan insan öldüğünde dahi hakları korunur. Ölünün cevap hakkı kapandığı için hakkında olumsuz ifadeler hoş görülmez. Hüsnü şahadet dışında cevap hakkı doğuracak beyanlar kabul görmez. Müslüman'ın ölümüyle olumsuz yazışma bitmiş olur ve sadece hayırları kayıtlanır. Eşrefi mahlûkat olarak yaratılan ve kâinatın kendisine "boyun eğdirilen" öznesini/varlığını bedenle sınırlı görmek cevheri nesneleştirmektir.

Seküler insan hakları kendi içinde çelişkiler barındırıyor ve "özgürlüğü" kendi bedenine müdahaleye kadar vardırabiliyor.

Öncelikle yaşama hakkına bir bütün olarak bakma durumundayız. Hayat hakkı korunmadan, hiçbir hak ve özgürlükten bahsedilemez. Beden kişiye aitse, intihara kalkışan kişiye ne adına, niye karşı çıkıyoruz? Beden kişiye aitse ötenaziyi kabul etmek gerekmez mi? İyileşme umudunu kaybettiğine inanan, kendisinin öldürülmesini isteyen hastaları "tıp marifetiyle" öldürmede beis görmeyen insanlar, ötenaziyi yasallaştıran ülkeler mevcut. Bu bakış açısıyla kendi bedenini kutsayan ve bu nedenle dokunulmaz kılan anlayış, kendisine emanet edilmiş korumasız bir bedeni yok ederken hiç rahatsız olmuyor. Bu çelişkiyi kendine nasıl izah ediyor? Benzer durumda velisi olduğu ve kendisinin öldürülmesini isteyen kişinin öldürülmesine izin verebilmektedir? Bütün bu sorulara karşı tatmin edici cevap alamamaktayız.

Medeniyetler değerlerini insanı yücelten tasavvurlarıyla ortaya koyarak yarışırlar. Batı Medeniyeti şekilci, fiziki sınırlı mekan tasavvuru ile insanı bedenden ibaret görerek onu kaybetti. İnsanı kaybeden medeniyet ölümcül sürece girmiş demektir.

İnsan önemliyse, neslinin devamı da büyük önem taşır. Neslin devamında anne ve babanın karşılıklı rolleri ve sorumlulukları mevcut. Anne bir bağla belli süre taşıyacağı canın emanetini yüklenir. Bu can, anne ve babanın durumundan etkilenmeden masum olarak süreci tamamlayıp dünyaya gelir. Anadolu'da hamile kadınlara "iki canlı" denilmesi, onlara hürmet ve hizmet edilmesi gerektiğini belirten anneliğe ve çocuğa atfedilen önemin bir ifadesidir.  Anne hangi hakla ve cüretle bu emaneti, (şahsiyet kazanma süreci sonrası) öldürebilir? Bunun adı cinayet değilse nedir?

Feminist söylemin iddiası, Başbakan çok çocuk doğrulmasını isteyerek, ucuz işgücü elde etmeyi hedefliyor. Bu bakış insanın külli varlığını tek boyuta indirgeyip sınıf bilinciyle işlevsel algıya dayalı değerlendirmedir, dolayısıyla küçültücü bir yaklaşımdır.

Dünyanın geldiği aşamada kilisenin ve insanı önemseyen söylemlerin itirazları hâkim seküler algıyı etkileyemiyor. Süreç dileyenin dilediğini yapacağı yere doğru gidiyor. Müslümanlar için konu açık ve anlaşılır. Kendi çocuklarını en masum evrelerinde öldürmek isteyenlere uyarı görevini yapmaya devam etmek...