Camileri imar etmek

Bulgaristan’ın Filibe (Plovdiv) şehrinde bir Merkez Camii vardır. Malum, Filibe İstanbul’dan çok önce Osmanlı toprağına katılmıştır. Filibe Merkez Camii de İstanbul’un fethinden çok önce inşa edilmiş, ulu, mübarek bir yapı. Filibe İstanbul’un kardeş şehri olduğundan, bu çerçevede, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından tepeden tırnağa caminin restorasyonu yapıldı ve ibadete açıldı.

Benzer bir manzarayla Makedonya Ohri’de karşılaştım. Ülkenin güneyinde, Manastır’a yakın, Büyük bir tatlısu gölünün kenarında, inanılmaz derecede güzel bir kasaba. Osmanlı dönemi kent dokusunu koruyor. Ohri’deki tekke ve Cami, Türkiye tarafından restore edilip ibadete açıldı. Gayet bakımlı bir durumda. Duvarlarını Ali Toy’un hat eserleri süslüyor. Balkanların dört bir yanında geçtiğimiz yıllarda büyük bir imar ve restorasyon faaliyeti yaşandı, yaşanıyor. Türkiye yüz yıllık yalnızlıktan sonra, eski dostlarına elini uzatıyor. Fakat daha yapılacak çok iş var.

Balkanlar öyle de Türkiye farklı mı ? İçinde bulunduğumuz dönemde İstanbul başta olmak üzere ülkemizde tarihi eserler ve camiler yoğun bir şekilde restore ediliyor, bakımdan geçiriliyor. Süleymaniye ve Fatih Camileri bunun en iyi örnekleri. Herkesin, yaşadığı bölgedeki camilerle ilgili böyle bir gözlemi vardır. Bu çalışmaları birleştirin, ortaya yüz, yüzelli yıldır yaşanmamış bir manzara çıkıyor. Yapılan işlerin tanıtımı ise yeterince yapılmıyor. Belki de işin doğasına uygun olan da bu. Ama medya kuruluşlarına büyük görevler düşüyor. Bu işin reytinge katkısı olmayabilir ama tarihi mirasımızı en yeni tekniklerle tanıtmak ve insanlara ulaştırmak gayet önemli bir “vazife” olsa gerektir.

Tabi bir de yeni yapılanlar “sorunu” var. İnsanımız, yerleştiği bölgeyi bir camiyle süslemeye büyük özen gösteriyor. Bir dernek kuruyor, esnaftan, cemaatten para toplayarak inanılmaz büyüklükte camiler yapıyor. Okumuş kesimden insanımız ise ortaya çıkan bu eserlere bakıyor ve; “bu ne kardeşim böyle”,diyor, “ mimariden nasibi yok, minare orantısız, pencereler şekilsiz, iç mekanda duvarlar lebalep süsleme doldurulmuş, kıble duvarı tamamen çini kaplanmış, vesaire”.

Devreye “eğitim düzeyi” konusu giriyor. Burada eğitimi “insan kalitesini” belirleyen bir faktör olmaktan çok, tanımı kolaylaştırma aracı olarak kullanmak istiyorum. Mahalleleri kuran insanlar, toplanıp bir de cami yapıyorlar. Bir akademisyenin, profesörün, veya bir bürokratın cami derneğiyle ilgilenmesini düşünemezsiniz. Değil dernek, genellikle vakit namazlarına camiye gelmeye vakitleri yoktur. Çünkü gayet önemi işlerle meşguldürler. Genellikle eve geç gelirler ve mahalle camiinin ezanını uzaktan dinlerler. Camiye gidenlerin sayısı, “eğitim düzeyiyle” ters orantılıdır.

Sosyolojik açıdan, eğitim düzeyi yüksek insanların çalıştıkları işlerle esnaf ve sanatkarın işleri karşılaştırılabilir. Buradan, muhafazakar hayat tarzını, milli ve mahalli kültürleri yaşatma açısından hangi hayat tarzının neden daha uygun olduğu konusunda ipuçları yakalanabilir. Fakat biz burada konuya başka bir açıdan bakmak istiyoruz. Hayatımızı camilerin anlamına uygun bir şekilde kurgulayabilir miyiz ? Veya neden kurgulayamıyoruz ? Cami, malum, lugat olarak “toplayan” demektir. “İbadethane” anlamı ıstılahidir. Dolayısıyla toplanmaya bir vurgu vardır, günde beş kere de çağrı vardır. Kabul etmemiz lazım ki, bu çağrıyı sahiplenme oranı ülkemizde çok yüksektir. Fakat bu alışkanlık düzeyindeki bir algılamadır. Vakit namazlarında, özellikle orta namazda ve sabah namazında camilerimiz garip kaldığı bir gerçektir.

Hakkını yemeyelim, günümüzde camilere katılım oranı, 20 – 30 sene önceye göre oldukça fazla. Lokal anlamda özel programlar yapılıyor. Çeşitli arkadaş grupları birbirinden habersiz camilerde buluşuyor. Mesela Boğaziçi Üniversitesi mezunu bir grup, her ayın ilk Cumartesi günü sabah namazında Eyüp Sultan Camiinde buluşuyor, namazdan sonra birlikte kahvaltı yapıp sohbet ediyorlar.

Tarihi eserleri, camileri imar etmek elbette dini ve milli bir görevimiz. Fakat imar etmek müze yaklaşımı içinde olmamalı. Mekanların fonksiyonlarına göre kullanılması, madde ve manasıyla yaşatılması gerekiyor. Kültürel değerleri koruma ve gelecek nesillere aktarmanın en sağlıklı yolu, onları yaşatmak ve hayatımızın bir parçası haline getirmektir.