Son günlerde İstiklal Caddesi'ne gittiniz mi bilemiyorum. Onca patırtıdan, taksim ve çevresindeki düzenlemelerden sonra neler değişmiş diyerek, bölgeyle ilgili algımı tazelemek üzere şöyle bir uğradım. İstiklal Caddesi'nin eski adı, malum, Cadde-i Kebir. Fransızlar Grand Rue de Pera diyorlar. Büyük Pera Caddesi anlamında. Pera ise "karşı yaka" demek. İstanbul'un karşı yakası.
Fransızları bırakalım da bu caddeye tarihte yaşananlardan sonra "İstiklal" adının verilmesi, bir çeşit espri gibi duruyor sanki. I. Dünya Savaşında işgal ordularının muhtelif yabancı bayraklarla, şenliklerle karşılandığı yer burasıdır. Fransız komutan, Fatih Sultan Mehmet edasıyla beyaz atıyla buralardan geçti. Kemal Tahir'in Esir Şehrin İnsanları'nı okumak lazım. Tabi o zamandan günümüze çok şey değişti. Belki de işte bunu ifade etmek için İstiklal adı tercih edildi. Nihayetinde Milli Mücadele'nin ve Milli Marşımızın adı bu caddeye verilmiş.
Taksim'e sarı dolmuşlarla gelirseniz, meydana yakın bir yerde iniliyor. Meydana doğru giderken sağda AKM beliriyor. Belli bir dönemin yoz modernist çizgilerini taşıyan yapı, yine belli bir kesimin hatıralarında önemli yer tuttuğu için bir türlü yıkılamadı, öyle, heyula gibi duruyor. Meydana Etap Marmara yanından girdiğinizde her şey aynı gibi. Fakat biraz ilerleyince, Tarlabaşı'ndan Harbiye'ye doğru giden yolun yerinde yeller estiğini, o bölgede geniş bir alan kazanıldığını görünce şaşırıyor insan. Yol tamamen aşağıya alınmış. Artık meydan çok daha büyük toplantılara, mitinglere hazır hale gelmiş. Bu bölgede ağaca rastlanmıyor ama Belediye Başkanı bir şeyler yapılacağını duyurdu geçende. Taksim'e o kadar meraklı olanların, yeni halinde burasının Avrupa'daki, hele hele Sovyetlerdeki dev şehir meydanlarına benzemesinden hoşlanmaları gerekirdi doğrusu.
Geliyoruz İstiklal caddesinin girişine. Solunuzda uzaktan siluete hakim olan büyük bir Rum kilisesi var; Aya Triada. İstanbul'a özgü kubbeleriyle sizi karşılıyor. Sağınızda Fransız Kültür merkezi. Eski adıyla, Fransız Sarayı. Daha yakında sağda, meydana adını veren Taksim su deposunun yanında, küçük bir cami. Mescit demek daha doğru. Anadolu insanının bulduğu eğreti çözümlere tipik bir örnek. Şehirlerarası yollarda mola yerlerinde benzerlerini bolca görürsünüz. Belki varlığını ancak böyle sürdürebiliyor. Bugüne kadar "Palazlanmasına" bölge mimarisinde "normal" bir statü kazanmasına müsaade edilmemiş. Fakat bu haliyle de büyük bir iş görüyor. Kim bilir hangi eller, gönüller bu mescidi ayakta tutuyor.
Cedde-i Kebir Levantenlerin mekanıydı. Bugün caddeye girerken yine insan seline kapılıyorsunuz. Tarihten bu yana, Osmanlıya, belki daha öncelere giderek büyük bir kültürler karşılaşmasının içinde buluyorsunuz kendinizi. Kozmopolit kelimesi burası için icat edilmiş olmalı. Gece geç saatlere kadar bir curcunadır gidiyor. Gençler, yaşlılar, alışveriş yapanlar, eski ve yeni tarz dükkanlar, karanlık pasajlar, sahipsiz tarihi yapılar. Osmanlı dönemi mimarisi ve aniden günümüze atlayan, geçmişi olmayan binalar. Burada her şey gelenekleşme eğilimindedir. Çünkü özellikle kültür hayatımızda kuralları koyan bir bölgedeyiz. Birçok İstanbullu ayda, haftada, belki günde bir kez buradan geçmeden rahat edemez. Esasen dar bir cadde ama nedense Osmanlı, Cadde-i Kebir demiş.
Cadde "kebir" (büyük) olmakla beraber burada, cadde üzerinde, bir tek ve küçük bir cami var; Ağa Camii. Biraz ilerleyince sağınızda beliriyor. Ama duvarları dolayısıyla fark etmek kolay değil. Şu sıra restorasyon görüyor. Çünkü karşısına yapılan dev AVM inşaatı sırasında duvarları çatladı, hasar gördü. Kısacası açık değil. Peki diyelim ki namaz vakti geldi, ne olacak? Tabii ki ezan okunacak. Ben de ezan sesini duydum, önce şaşırdım ama sesi takip ettim. Camiden değil ama tam karşısındaki sokaktan geliyordu. 50 metre sonra sağdaki iş hanının kapısında bir A4 kağıt üzerinde "mescid" yazısı okunuyor. Geçici bir durum gibi. Giriyoruz, merdivenlerde aşağı doğru ok ve aynı yazıdan bir adet daha. Bodrumda halılar serilmiş, mihrap, minber kurulmuş, burası mescid olmuş. Etraftaki esnafın gayretleriyle mescidin ihtiyaçları temin edilmiş. Yani sivil inisiyatif denen şey. İkindiyi cemaatle kılıp çıkıyoruz.
Mekteb-i Sultani'ye (Galatasaray) doğru ilerliyoruz. Hacı Muhittin, Mısır "Apartmanı", Yunanistan Konsolosluğu, solda Atlas Pasajı... Bir tarafta Yunanistan, karşısında Türk bayrakları dalgalanıyor. Galatasaray önünde bir küçük kalabalık, ellerinde resimler, yazılar, slogan atıyorlar. Yanlarında bir polis aracı, son ayların meşhur tomalarından birisi. İkisi de karşıda Yapı Kredi yayınlarının önünde bekliyor. Cadde tarihten günümüze sosyal olayların yaşandığı, şehrin damarlarının attığı bir yer. Osmanlıda sosyal hadiseler saray çevresinde, Ayasofya bölgesinde yaşanırdı. Babıali de oralardaydı. Milli Mücadele öncesi son büyük miting Sultanahmet'te gerçekleşti. O gün bugün Sultanahmet turistik bölge oldu.
İşte orada, Çiçek Pasajının yanındaki balıkçılar çarşısına giriyorsunuz. Solunuzda ilerde, Şampiyon'u geçtikten sonra iki pasaj beliriyor. İlki antikacılara ayrılmış Avrupa Pasajı. İkincisi "sahhaflar"ın bulunduğu Aslıhan Pasajı. Sahaflara girince solunuzda bir merdiven beliriyor. Çıkıyorsunuz. Sizi bir yazı karşılıyor; Mescid. İstiklal caddesinin bu bölgesindeki tek mescid. En üst kata çıkıyorsunuz. Esnaf elinden geleni yapmış. Lavabo, abdest bölgesi, ayakkabılıklar. Ve yepyeni, sade ama güzel dizaynıyla mescidimiz. Halılar, duvarlar, duvardaki dev hat yazıları, her şey özenli, estetik, temiz. Ayakkabılıklar ayrıntılı bir şekilde düşünülmüş. Klasik esnaf mescitlerinden oldukça farklı. Buraya esaslı bir tasarımcının eli değmiş. Ve belli ki bu işten anlayan insanlar bakımlarını yapıyor. Sahaflar pasajının üzerindeki bu mescidi görmenizi öneriyor, emeği geçenlere teşekkür ediyoruz.
Akşam namazımızı burada kılıyoruz. Arkasından sahaflarda küçük bir gezinti yapıyorum. Hemen arka sokakta kalan tarihi Cumhuriyet lokantasında bir çorba içiyorum. Geldiğim yoldan Taksim'e doğru ilerliyorum. Sağımda "Neogotik" mimarisiyle Katolik kilisesi (Saint Antuan) beliriyor. 1912'de yapılmış. Cadde'de önemli bir ziyaret merkezi. İnsanlar, vitrinler, ışıklar, her tarafta. İstanbul akşamları, geceleri bir başka oluyor. Batı ile doğu arasında, tarihle bugün arasında, esrarlı bir şehir kimliğine bürünüyor. Dünya başkenti olduğu zamanları duyumsatıyor. Sanki daha bir İstanbul oluyor. Kalabalık caddeden Taksime çıkınca insan rahat bir nefes alıyor. Şimdi meydan ortaya çıkmış, iyice genişlemiş. Karşıda Gezi Parkı. Yanında Harbiye'ye çıkan yolda yalnız insanlar. Cadde-i Kebir işte böyle bir yer.