Büyüklük hayallerinden uyanmak

İsrail 1949 yılında ateşkes anlaşmalarını imzalarken dedesi adanın valisi olan Rodoslu genç avukat Gavriel Haritos, yakındaki küçük Symi adasına giden bir tekneye bindi. Çok sayıda dokümanı ve adadaki bazı mülklerin ailesine ait olduğunu iddia eden bir Rodosluyu da beraberinde götürdü.
 
Rodoslu bir başka avukat da aynı mülkün sahibi olduğunu iddia eden müşterisiyle birlikte aynı teknedeydi. Yanlarında hâkim ve sekreteri (dizüstü bilgisayarıyla) oturuyordu. Symi'de rıhtıma vardıklarında bir yerel otorite temsilcisiyle buluşarak belediyede yapılacak olan mahkemeye doğru yola koyuldular.

Bu ufak ama tuhaf olay (herkes mahkeme salonu bile olmayan daha küçük bir adaya gideceğine, dava Rodos'ta görülebilirdi), bugünlerde Yunanistan'da yaşanmakta olan ilginç değişikliğin bir belirtisi. Ülke tarihinde ilk defa olarak hükümet toprak mülkiyetinin kayıt altına alınmasına karar verdi. Ağır bir su kıtlığı turizmde düşüşe yol açarak ekonomisine darbe vurana kadar bayındır bir ada olan Symi, projeye öncülük etmek üzere seçildi.

Symi sakinlerine, geçtiğimiz aylarda, mülklerini bildirme çağrısında bulunuldu. Sonuç, tecrübeli avukatları bile şaşırttı. Bildirilere göre, Symi sakinlerinin sahip olduğu araziler, adanın bir ucundan, aradaki denizi de içine alarak, Türkiye yakınlarına kadar uzanıyordu. Ama bunu nasıl kanıtlayabilirlerdi? Birbirlerini mahkemeye sürükleyecek, şahitler (komşular, kuzenler ve inandırıcı olabilmesi için birkaç papaz) toplayacaklar ve en nihayetinde hâkimler karar verdiğinde kayıt işlemleri başlayacak.

Sonuçta her iki taraf da kendi bildirileriyle hakikat arasındaki mesafeyi fark edecek ve evine mutsuz dönecek. Yunanistan'da yeni dönem işte böyle ortaya çıkıyor: Büyüklük hayallerinden acı şekilde uyanmak.

Bu durum sadece, yolsuz siyasetçiler, hızlı ve agresif tacirlerin (buna, beş yıl evvel patlak veren Yunanistan'daki en büyük yolsuzluk davası Vatopedi olayının sorumlusu olması sebebiyle devasa bir vergi yükümlülüğüyle karşı karşıya olan kilise de dahil) hep at oynattığı bir alan olan emlak piyasasından ibaret değil. Şimdiye kadar hukukun girmediği daha pek çok alanda da aynı şeyler oluyor.

Yunanlılar aniden gelirlerini bildirmek, defter tutmak, fatura göstermek ve otoritelerden yıllardır saklanan kazançların vergisini ödemek zorunda. Gazete bayiinin iki gazete ve bir şeker faturası vermekte direndiğini (restorancıların ve benzin istasyonu çalışanlarının da öyle) görmek ne kadar ferahlatıcı -neredeyse komik-.

Adalardaki inşaatlarda dehşetli bir hızla çalışan Arnavutlar memleketlerine dönüyor; çünkü eskiden etrafa para saçan insanlar, artık deniz kıyısında villa almadan evvel iki kere düşünüyor. Böylelikle Yunanlılara "bütün işleri kaptıkları" bahanesi de kalmıyor.

Ama bu ayılma maddi meselelerden de ibaret değil. Yunanlıların kendilerini görme biçimini de etkilemeye başladı.

Geçtiğimiz haftalarda, Türklerin Yunanlıları yendiği 1974 Temmuz'unun üç trajik haftasına dair bir kitap yayımlandı. Kitap, bu yenilgiye giden Yunan ulusal megalomanlığını soğukkanlı bir şekilde analiz ediyor. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas'ın, adanın bağımsızlık gününde, 1974'te olanların sorumluluğunun hem Türkiye'de hem de Yunanistan'da bulunduğunu söylemesiyle kitabın başlattığı tartışma iyice alevlendi.

Yunanlılar 2004 Olimpiyatları'ndan bu yana içinde bulundukları sarhoşluktan ayılıyorlar. Birçoğu, geçmişte trajediye sebep olan ulusal ihtiraslarla mevcut ekonomik kriz arasında bağlantı kuruyor. Eğitimini Kudüs İbrani Üniversitesi'nde yapan Haritos İsraillilere, Yunanistan'dan ders almalarını öğütlüyor. "Ekonomik başarınız gözünüzü kör ediyor. Kendinizi güçlü, emniyette ve harika hissediyorsunuz. Diplomatik uzlaşmaya ihtiyacınızın olmadığını düşünüyorsunuz ama hakikat bambaşka." diyor.

Benzerlikleri görmezden gelmek çok zor. Neyse ki başkalarının tecrübelerinden ders alıp böyle bir kriz yaşamak zorunda kalmadan ayılabileceğiz.
Haaretz
 
Kaynak: Zaman