Tam bir asır geçti. 20'nci yüzyıl başlarına dikkat çekme zamanı geldi. Araplar ne yaptıklarını akletmiyorlar.
Osmanlı sultasından ayrılma ve İslam hilafetini sonlandırma çağrısı yapanlardan idari, ekonomik, sosyal ve siyasi reformlarla birlikte bu saltanatın hayatta kalması talebinde bulunanlara, Batı'yla işbirliği yaparak Osmanlı'ya savaş ilan etmek için aktif çalışanlara kadar birbirini boğazlayan zıt akımlar Arapların aklını çaldı.
Müttefik güçlerin, ipini Arapların bulanık sularında sarkıttığı kancanın başını gizleyen yem, bağımsızlık, kurtuluş, demokrasi ve insan hakları söylemleri taşıyan parlak kağıtlara sarılmış bir hediyeydi. Retorik ve yankılı sözler dünyanın bütün pazarlarında satıldı. Bu sözler kulaklarında çınladı ve sevindiler, şakıdılar, oynadılar. Ardından McMahon mektuplarına dayanıp hayal kurarak sakin uykuyu ebedileştirdiler. 'Hasta adamı' bitirmek için müttefiklerle işbirliği yapmaları şartıyla bağımsızlık ve Arap memleketi kurulması gibi ön ödeme vaatli Batılı çeklerini ceplerinde sıkıca muhafaza ettiler. Araplar kazıklarla idam düşüncesinin sahibi 'kan dökücü' Osmanlı emperyalizminden kurtulma düşüncesinin arkasından gittiler ve Arap ülkelerindeki yeni emperyalizmin müttefiklerine katıldılar. O vakitler iki büyük gücün parmakları Cezayir, Tunus, Fas, Mısır, Sudan ve Arap yarımadasının bazı bölgelerine uzanıyordu.
Osmanlıların I. Selim komutasında Şam topraklarına girişinden ve 1516 yılındaki Mercidabık savaşıyla Kansu Gavri komutasındaki Memlükleri yenilgiye uğratmasından tam dört asır sonra Babı Ali'ye karşı Şerif Hüseyin'in başını çektiği büyük Arap isyanı gerçekleşti. İngiliz subay Lawrence destekli Prens Faysal, en çirkin katliamları işlemesi sonrası Osmanlı ordusunu kovabildi.
Araplar İstanbul'daki İslam hilafetine yönelik bu zaferi kutladılar, içeriğinde boş vaatler taşıyan McMahon mektuplarına dayanarak bağımsızlıklarına kavuşmak ve devletlerini kurmak için hazırlığa başladılar. Çok geçmeden Fransa ile Britanya arasında 'hasta adamın' mirasının paylaşılması doğrultusunda yapılan Sykes-Picot anlaşmasının sırlarının ortaya çıkması sonrası emperyalist müttefikin kendilerine ebedi ilk kazığı çaktığını anladılar. Araplar bu kazıktan kurtulamadılar. McMahon mektuplarının sahibi müttefikler, onlara bir kez daha sürpriz yaptı. Araplar henüz ilk şokun etkisinden kurtulmazken birincisinden daha öldürücü bir başka kazık daha yediler. Bu ikinci kazık Balfour Deklarasyonu ve Filistin'de Yahudi devleti inşasıydı. Bu saçmalık bu noktada son bulmadı. Araplara bağımsızlık vaat eden müttefikin hâlâ iç cebine gizlenmiş üçüncü bir kazığı bulunuyordu. 1920'deki San Remo konferansının kararlarına göre bu müttefik, emperyalist güç oldu. Araplar bu kararlarla birlikte Batılı müttefikin kendilerine bıraktığı uzun asırlar sürebilecek azap yolculuğuna başladı.
Araplar, Wilson'un özgürlük ve kendi geleceğini belirleme noktasında çağrısını yaptığı ilkelerin makyavelist Batı'nın kayıtlarındaki karışık hayallerden başka bir şey olmadığına kanaat getirdi. Bugün bu azap döneminden bir asır sonra Araplar şunu soruyorlar: Bizler Osmanlı saltanatına karşı Batı'yla işbirliği yapmakta haklı mıydık? Bu saltanat, kendisine yöneltilen bütün eleştirilere rağmen Arap toprakları da dahil saltanat topraklarının selametini korudu. Sultan Abdülhamid'e Filistin'i satması teklif edildiğinde kendisine sunulan bütün baştan çıkarıcı altın tekliflerine rağmen satışına karşı çıktı. Bunun bedelini de nihayetinde düşürülmesi ve Malta'ya sürülmesiyle ödedi.
Peki hilafeti koruma ilkemize bağlı kalsaydık ve müttefiklere karşı savaşında İstanbul'u destekleseydik başımıza bunca musibet gelir miydi? Batı'nın bu ihanetleri sonrası artık Batı'ya güvenebilir miyiz?
Bugün İstanbul'daki hilafete ihanet ettiğimizi ve cezamızı Batılı müttefiklerimizin bize ihanetiyle aldığımızı kabul etmeliyiz. Bugün 'özür dileriz Türkiye'nin büyük halkı' demeli ve geleceğimizi Türkiye ile koalisyona dönmekte görmeliyiz. Zira Türkiye komşumuz, bölge içinde veya dışındaki diğer ülkelerden daha fazla tarihî, dinî ve kültürel bağlarla bağlıyız. Sadece bu yolla bizim için hazırlanmış yeni kazığı önleyebiliriz.
Bu gerçekler bugün Türkiye'deki son önemli gelişmelerle birlikte daha da netleşiyor. Zira Ankara kendi sorunlarımızı bütün rejimlerimizden daha şiddetli savunur oldu. Son yaşananların toprak üzerindeki tercümesi bu. Arap liderlerinin posterleri yerine Recep Tayyip Erdoğan'ın posterleri Arap dünyasının her tarafında yükseltiliyor. Birçok Arap şunu demeye başladı: 'Erdoğan bütün Arap liderlerinden daha iyi'.
Dr. Riyad Muasses Euronews Arapça Servisi Şefi
Kaynak: Zaman