Yıllar yılı İran ile ABD arasında buzlanmayı kıran büyük bir pazarlık düşlendi. Bu gerçekleşseydi, Kissinger ve Nixon ikilisinin Çin pazarlığına benzeyecekti. Pazarlığın mahiyeti, nükleer çalışmaları durdurma karşılığında ABD’nin İran’a bölgesel bir rol vermesi şeklinde algılanıyordu. Esasında pazarlık yapılmadan da İran’a bölgesel bir rol verilmiş oldu. Afganistan’da Karzai hükümeti ile Irak’taki Nuri Maliki hükümeti hem ABD hem de İran tarafından ortak bir biçimde destekleniyor. Ve her bahar beklenen İran taarruzu da yapılmadı!
Öyleyse ortada gizlenen bir pazarlık mı var? Elbette yer yer açıklanamaz ortaklıklar olsa da büyük pazarlık yapıldığına dair bir emare ve kanıt bulunmuyor. Belki de ABD denge politikası gereği bölgede İran’a bir nüfuz alanı açmış olabilir. Bölgesel dengeler de buna zorlamış olabilir. İslam dünyasındaki çoğunluğu temsil eden Sünni dünyayı dizginlemek için zımni de olsa ABD’nin İran üzerinden denge politikası izlemeye ihtiyacı olabilir. Elbette pazarlıklar zinciri ihtimalini de yabana atmamak gerekiyor.
2007 yılında Amerikan istihbarat teşkilatları ortaklaşa bir rapor yayınlayarak İran'ın askeri amaçlı nükleer programını 2003 yılında durdurduğunu açıklamışlardı. Geçenlerde Haaretz gazetesine konuşan İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak da İran, nükleer silahlar edinse bile bunu İsrail'e karşı kullanma ihtimali bulunmadığını ilan etti veya duyurdu!
Lakin asıl temas etmek istediğimiz husus, büyük pazarlık fikrinin bu defa Pakistan cephesi için gündeme getirilmesidir. Brookings Institution’den Michael O’Hanlon ‘The deal for Pakistan’ yazısında bir cümle kuruyor: We are at a crossroads with Islamabad. Yani İslamabad’la yolların ayrışma noktasındayız.Yazar her iki tarafın da birbirine ihtiyacını dile getiriyor. Pakistan ile ABD arasındaki ilişkilerin bıçak sırtı gittiğini ve özellikle de Ladin’in öldürülmesinden sonra makasın açıldığını ve bunu kapatmak için büyük pazarlığın kotarılması gerektiğini savunuyor. Aksi takdirde, Pakistan- ABD ilişkileri üçüncü defa talak/boşanma sınırına gelebilir ve hali yaşayabilir. Pakistan’la pazarlık noktasında ortak bir kitap çalışması olan yazarlarından Teresita Schaffer, Pakistan ve ABD ilişkilerinin iki defa koptuğunu ve üçüncü defa kopmaya da aday olduğunu belirtiyor.
*
ABD, Pakistan’a politikalarını değiştirmesi karşılığında teşvikler rejimi öneriyor. Buna mukabil, Zerdari-Geylani hükümetinden istenen ‘Lugar-Kerry yasası’ olarak da anılan hususları yerine getirmesi ve uygulaması. Yani Amerikan yönetimi Pakistan hükümetine politika dikte ediyor. Bunlar aslında Pakistan’ın varlılık nedenini aşındıran istekler.
İsteklerden birisi, Hindistan’la yakınlaşma politikasına devam edilmesidir. Müşerref döneminde bu politika denense de başarılı olmamıştır ve Mumbai/Bombay saldırıları kırılgan olan yakınlaşmayı sona erdirmiştir.
İkincisi, Afganistan’da Taliban karşıtı güçleri ve Karzai hükümetini desteklemek ve ABD’ye lojistik destek vermeyi sürdürmek. İçerde ise İslami kesimleri dizginlemek ve nükleer programı tadil etmek. Hindistan’ın nükleer güç olmasını bir vakıa olarak kabul eden Amerikan yönetimi hala Pakistan’ın nükleer bir güç olmasını hazmedebilmiş değil. Mümkünse Pakistan’ın nükleer gücünün tasfiye edilmesini ve Kazakistan nükleer füzeleri gibi bunların da başka ülkelere devredilmesi. Elbette bu politikaların uygulanması için ordunun dizginlenmesi şart. Zaten Amerikalıların sivil iktidardan istedikleri de milli ordu vasfını koruyan Pakistan ordusunun mutlak bir surette dizginlenmesidir. Ve böylece dış telkine açık iktidarların Pakistan'ı yönlendirmesidir.
*
Wikileaks belgelerinin de ortaya koyduğu gibi, Mısır ve Pakistan ordularının millilik vasfı öteden beri ABD’yi rahatsız etmekte ve çıkarlarına aykırı görmektedir. Mısır ordusunun hala dış düşman olarak birinci derecede İsrail’i görmesi ABD’nin en önemli rezervleri arasında bulunuyor ve adeta çaldırtıyor! Pakistan ordusunun da nükleer güç üzerinden bağımsızlığını konsolide etmesi Amerikalıları aynı derecede rahatsız eden hususlardandır. Seçilmiş olmasına rağmen bugün Pakistan’daki Zerdari-Geylani hükümeti milli politikalar noktasında Müşerref veya Mübarek’in çizgisiyle aynıdır. Amerikan nazarında Müşerref ve Müberek’i makbul kılan da, ABD’ye bağımlı politikalar izlemeleri olmuştur.
Müşerref döneminde Pakistan Dışişleri Bakanı İstanbul’da İsrailli yetkililerle bir araya gelmişti, Pakistan hükümetinden Amerikan talepleri ile Hindistan’ın istedikleri esasında aynı. Her iki ülke de Pakistan’a aynı zaviyeden bakıyorlar. Time dergisinde ve Washington Post’ta yazan Ferid Zekeriya bazı talepleri seslendiriyor, sıralıyor. Bunlardan birkaçı şöyle:
- Askerlerin yer almadığı bir milli tahkikat komisyonu kurulması ve Ladin ve Kaide mensuplarının Pakistan kurumları ve kişileri tarafından kollanıp kollanmadığının araştırılması ve ortaya çıkarılması. Ya da Kaide’ye yardım ve yataklık yapanların deşifre edilmesi ve gerekirse yargılanması.
-Ordu üzerine sivillerin tam kontrolünün sağlanması ve yardımın buna göre yapılması.
- Üzerine gidilmeyen Hakkani grubu ve Quetta Şurası ve Leşker-i Tayyibe gibi örgütlerin üzerine gidilmesi ve ezilmesi ve dağıtılması.
Bu taleplere mukabil üç maddeden oluşan bir teşvik rejimi veya paketi öngörülüyor.
Bunlardan ilki, enerji anlaşması. Bu nükleer çerçeveli olabilir de olmayabilirde. Bu Pakistan’ın dışarıya enerji bağımlılığını azaltacak ve nükleer silahlar edinme iştahını dizginleyecektir.
İkincisi: Serbest ticaret anlaşması imzalamak. Bu Pakistan’ın Amerikan yardımına bağımlılığını azaltacaktır. ABD daha önce Pakistan’a 5 yıl içinde 7 milyar dolar yardım yapmayı öngörmüştür.
Üçüncüsü de: Kredi borçlarının bir şekilde silinmesi veya hal yoluna konulması.
Bin Ladin’in öldürülmesinden sonra Amerika basınında Pakistan’la ilgili yapılan yayınları takip ettiğimizde Amerikan yönetiminin hedef genişlettiğini ve kendisine göre Pakistan’ı ‘normalleştirmeye / evcilleştirmeye’ çalıştığını gözlüyoruz. Bununla birlikte son operasyon orduyu ve özellikle üst düzey generalleri oldukça rahatsız etmiş bulunuyor. Bunun birkaç nedeni var. Bunlardan birisi, Pakistan’ın hava sahasının ihlal edilmesi ve hükümranlığının hiçe sayılması. Yani Pakistan’ın aşağılanmasıdır. Buna paralel olarak, Pakistan ordusu ile operasyona katılan Amerikan askerlerinin çatışma riskidir. En önemli faktör ise bir başka Mumbai baskını ihtimali karşısında Hindistan’ın Amerikan operasyonunu emsal alarak Pakistan’ın nükleer tesislerine saldırmasıdır. Burada görülüyor ki, ABD Pakistan’ın başına büyük bir tehlike sarmıştır. Hindistan’a yol göstermiştir. ABD, Pakistan’da demokrasiyi tercih etmekten ziyade Zerdari gibi yolsuz ve sığ demokratların zafiyetini kullanıyor. Daha doğrusu demokrat olsun otokrat olsun ABD için makbul olma ölçüsü milli uygulardan arınmış-sıyrılmış olması ve ABD’ye körü körüne bağlılığıdır. Ülkesinin çıkarlarını Amerikan çıkarlarına bağlamasıdır. Bin ladin operasyonunun Pakistan’a ilk yansımalarından birisi ISI ile CIA arasında işbirliğinin askıya alınması olmuştur. Bin Ladin operasyonu Pakistan’daki iç dengeleri sarsmış ve bir taraftan halk ile hükümetin diğer taraftan asker ile sivil yönetimin ilişkilerini keskinleştirmiştir. Pakistan gerçekten de içte ve dışta bıçak sırtında ve yolların ayrılış noktasında bulunuyor. Her türlü sürprize açık.