2000'li yılların başında Japon otomotiv devi Nissan, derin bir krizin içinden geçiyordu. Borcu 13 milyar doları aşıyordu. Japonlar şirketi selamete çıkarmak için gerekli neşteri bir türlü atamıyordu.
Aslında 1990'lardan beri Japonya da Nissan'a benziyordu. Batılılar Japon sistemi için 'bisiklet' benzetmesine bayılıyordu. Giderken gidiyordu da, durunca düşüyordu. Sanki bu kâinatın kuralı değil, sadece Japonlara hasmış gibi.
Ve şimdi Batılıların sözde 'dinamik', esnek sistemlerini ve bu krizde ödettiği bedeli birlikte görüyoruz. Mevzu şu; her şirket ve sistem kötü günler geçirir, esas olan bu sürede bedeli kim kime nasıl ödetiyor? Japonlar şu sıralarda Amerikalılar için "Onlar bize benzemez, krizden erken çıkarlar." diyor. Bunun anlamı şu; ABD işçiyi sokağa koyar, karşılıksız para basar, kendini dünyaya bir güzel finanse ettirir, kısaca faturayı halka ve dünyaya keser yoluna devam eder. Doğru!
Bu Japon'a uymaz. Japonlar küçücük bir ülkede, çok kalabalık olarak yaşıyor. Japonya bir ailedir. Aile, 'kader birliğinin' en gözüken, en zaruri olduğu sosyal kurumdur. Gemi sarsılınca aile, bireylerini ağırlık yapmasın diye öyle kolay kolay denize bırakamaz, değil mi?
İkinci bir sorun olarak rekabete, değişime, hiyerarşik yükselmeye kapalı olan bu toplum, zor zamanlarda liderlik yapacak adamları yetiştiremiyor. 1990'lardan beri istikrarsızlıkta Türkiye'ye bile rahmet okuttular. 'Belki aradığımız budur.' diye her 'türden' adamı denediler, ama olmadı. Japonlara göre 'cephelerin adamları ölmüş, yerini hamburgerci bir nesil almıştı'. Gençler ise farklı düşünüyor. "Çağ değişti, yaşlılar devranı kavramıyor, işi devretmiyor ancak sorunların da altında kalıyorlar." diyorlar. Japonya'da nesil çatışması derinleşiyor.
Japonlar 3. bir nedenle inisiyatif alamıyor. Geriden takip ederken, Soğuk Savaş ortamının imkânlarını da kullanarak taklit edecekleri Batılı modeller vardı. Fark kapanıp Japonya'ya has sorunlar baş gösterince artık 'yerli' yaklaşım gerekiyor. 'Mutabakat oluşturmak' işin püf noktası. Sorunlar ve çözümler, imkânlar ve araçlar tanımlanmalı. Çözüm için zorunlu maliyetin bölüşülmesi ise en can alıcı konu.
Nissan mikro ölçekte aslında bütün bu sendromları yaşamaktaydı. İşçi çıkarmıyordu. Zira Japonya'da işçi şirketin adı konulmamış ortağı, paydaşıdır. 1980'lerde dünyanın en hakiki 'orta sınıf toplumu' böyle oluşturuldu. Öyle ya, işçiyi sömürüp işten atıp da ürettiğin malı kime satacaksın? Ülke büyük olsa bile orta sınıfı oluşmamış bir pazardan, dünya çapında şirket çıkmaz. Son tahlilde ihtiyacınız olan şey, yüksek katma değerli ürünler yapıp rekabetçi bir fiyattan dünyaya satmak. Bunu önce kendi ülkenin insanına satıp, ayağını yere sağlam basacaksın. Bu fırsatı kullanarak ölçek ekonomisini yakalayıp, işi öğrenmeye bakacaksın.
Nissan da işte bu sebeple işçi çıkartmıyordu ancak rekabet de edemiyordu. Derken, Fransız otomotiv şirketi Renault ile birleşti. Japonya'yı Fransa'ya katamazsınız, ancak Nissan'ı katarsınız. Ülkelerin şirketlerden bir farkı da bu. Renault'nun 'kudretli yöneticilerinden' Carlos Ghosn işin başına getirildi. Ülkeye ithal devlet adamı getiremezsiniz. Şirkete ise getirebilirsiniz. Lübnan asıllı, Brezilyalı Ghosn dillere destan oldu. Bu arada az da olsa işçi çıkardı. Kimse de kınamadı.
Meğer toplum gelecek umudunu sağlam tutmak ve güvensizlik sendromundan kurtulmak için aslında bedel bile ödemekten mutlu olabilir. Yeter ki birileri yolu vursun, ona çıkış yolu göstersin. Krizleri fırsata çevirecek olan popülizm değil, çıkış yoluna odaklı, bedel gerektiren böyle hamlelerdir. Ghosn yenilikçilik yapıp yeni modelleri devreye soktu, başkalarından müşteri çaldı. Ciro ve kârlılık arttı, borçlar düştü. Şimdi Nissan'ın da başında. Geçenlerde Bursa'da idi. 'Maliyet katili' ve 'buzdağını kıran adam' olarak yöneticilik kitaplarına girdi.
Büyük adamlar zor zamanlarda ortaya çıkar. Küresel krizden yeni fırsatlar, büyük adamlar, yeni yönetim modelleri çıkacak. Davranın bakalım.
Kaynak: Zaman