Suriye rejimi çok marifetli. Kendi yapıyor muhaliflerin üzerine atıyor. Üstelik, inananı da çok. 2011 yılında olayların başlamasından itibaren Suriye'de 20 kadar katliam yaşandı. Suriye rejimi her defasında tekfircileri veya muhaliflerini suçladı. Hiçbirini üstlenmedi. Son olarak Halep'e atılan kimyasal başlıklı füzeyle ilgili olarak da muhalifleri suçladı ve araştırma yapmak üzere BM''den tarafsız heyet çağırdı. Muhalifler de tersini söylüyorlar. Şam'da ve Halep'te birçok alim öldü veya öldürüldü. Halep Müftüsü İbrahim Salkini bunlardan birisiydi. Ayrıca yine Suriye Müftüsü Ahmet Bedreddin Hassun'un oğlu Sariye Hassun da İdlip şehrinde şüpheli bir biçimde öldürülmüştü. Kimileri muhaliflerin işi olduğunu söylese de diğerleri de muhaberatın parmağı olduğuna inanıyor. Elbette muhalifler arasında Sariye Hassun'un öldürülmesine oh çekenler ve sevinenler oldu. Lakin bu, cinayeti onların işlediğini göstermez. Bununla birlikte, Sariye ve yanında bulunan Prof. Muhammed Ömer'in uzun ve teknik bir takipten sonra öldürüldüğünü dikkate alanlar eylemi muhaberata atfediyorlar. Taraflar bu gibi durumlarda olayı birbirlerinin üzerine atıyorlar. Bununla birlikte muhalifler sistematik değil ve teknik imkanları sınırlı. Bundan dolayı sofistike eylemleri yapmaları ve kimyasal silah kullanmaları imkan dışı olmasa bile uzak bir ihtimal. Lakin bu gibi durumlarda rejim olağan zanlı. Sebebi, teknik imkanlara ve donanıma sahip olmasıdır. Onun ötesinde özendirici nedenlere de haiz bulunmasıdır. Birincisi, muhaliflere 'yakarım' mesajı veriyor ve pabucun pahalı olduğunu göstermeye çalışıyor. İkincisi, bunu muhaliflerin üzerini yıkarak uluslar arası camiayı kendi lehinde harekete ve alarma geçiriyor. Zira, Rakka gibi şehirleri alan Nusret Cephesi gibi cephelerin yeni kazanımlar elde ettiklerini ve kimyasal silah stoklarına da ulaştıkları intibaı vermektedir. ABD'nin ve İsrail'in muhaliflerle ilgili en önemli kırmızıçizgilerinden birisi bu tür silahların muhaliflerin eline geçmesi ihtimali değil midir? Unutmadan, muhaliflere silah ikmali yapılmasını veto eden ABD, hasmı olarak gördüğü Nusret Cephesi gibi cephelere karşı insansız hava aracı kullanmayı tasarlıyor. Esat bu noktada durgun suları harekete geçirmeye çalışıyor. Bu şekilde destek marjını artıracak oyunlarla yolunda devam etmek istiyor.
*
Perşembe akşamı ( 21 Mart 2013) BBC'de Nevruz kutlamaları ve Abdullah Öcalan'ın konuşmasıyla ilgili bir programa katıldığımda teyit edilmemiş bir haber ile karşılaştım. Buti'nin bir intihar bombası ile yaralandığını duydum. Ardından haber sitelerinde vefatına dair haberler yer almaya başladı. Elbette üzücü bir sonuç. Kim öldürdü bilemiyoruz ama kim öldürürse öldürsün Buti bütün zanlı adresler ve kesimler tarafından sevilen birisiydi. Ta ki, Suriye 'de olaylar (14-15 Mart 2011) başlayana dek. Sonrasında manevi kariyerini kendisi heba etti. Ondan sonra saflar ve külahlar değişti. Elbette Buti, Esat rejimini destekleyen tek kişi veya alim değildi. Lakin en etkilisi ve en inandırıcı olanıydı. Zira ilmi şöhreti afakı kaplamış alimlerden birisiydi. Bununla birlikte çok açık taraf oldu. Bu çok açık taraf olması dünyadan bihaber olan er ve eratın bir biçimde sözlerinin etkisi altında kalmasına ve rejimin meşruiyetini bu yolla sağlamasına hizmet etti. Rejimin manevi yakıtı oldu. Doğrusu yanlışı bir tarafa mübalağalı değerlendirmeler yaptı. Rejim yanında çarpışan Suriyeli askerleri sahabe ordusuna benzetti. Hafız Esat'ın ölen büyük oğlu Basıl Esat'ı da cennette nebiler ve şehitler arasında gördüğünü söylemişti. Bunlar açık şatahatlardı. Onun yerine en azından vakarını korusa ve Cevdet Said gibi iki tarafa da mesafe koyabilseydi belki de bu imtihandan yüz akıyla çıkabilirdi. Lakin rejimin savaşına yakıt olmayı yeğledi ve bu yolda da can verdi. Hatta kim vurduya gitti. Teessüfü hak ediyor.
*
Halbuki olaylardan bir yıl önce rejime anti İslami eğilimlerinden ve sekülerleştirme kampanyalarından dolayı tavır almıştı. Keşke sürdürseydi. Aksine, halk hareketiyle birlikte 180 derece ters döndü. Olaylardan önce rüyasında Suriye'nin bir buhrana ve türbülansa sürükleneceğini görmüş ve bunun çabuk atlatılacağını ummuştu. Beklediği gibi olmadı. Hatta kimilerine göre 21'inci yüzyılın en büyük devrimi olmaya namzet bir gelişmeyle karşı karşıya kaldık. 42 kişinin üzerinde insanın hayatına kaybettiği İman Camiindeki patlamada Buti torunuyla birlikte hakkın rahmetine kavuşuyor. Camii Emevi'deki görevinden dolayı Buti'yi iyi tanıyan Ahmet Muaz el Hatip, olayın rejimin bir tertibi olduğunu düşünüyor. Bir müddet önce muhaliflere karşı cihat fetvası veren Suriye Müftüsü Ahmet Hassun'un bu çıkısından sonra Buti'nin öldürülmesinin hesabı da muhaliflere sorulacak, kesilecek ve onun ötesinde bu olay nefret sahnesi halinde zihinlere kazınmaya çalışılacaktır. Hazreti Osman'ın kanlı gömleği gibi. Muaz el Hatip, bu menfur saldırıyı kınadığı gibi bunun suç olduğunu ve rejimin Buti'nin ölümünü de kullanarak; nekrofili üzerinden yeni bir yakıt sağlama girişiminde bulunduğunu ifade etmiştir.