Chris Floyd
Müthiş bir gelişme. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun birkaç ay önce Amerika'nın güçlü ve ısrarlı desteğiyle başkanlık koltuğuna oturan çiçeği burnunda yeni başkanı, İran nükleer programı hakkındaki ilk raporunu yayınladı. Amerikan destekli yeni başkanın ne dediğini tahmin edebilir misiniz? Neyse, tahmin bile edemezsiniz.
Vaz mı geçtiniz? Peki, sıkı durun, Amerika destekli UAEK Başkanı Yukiya Amano, selefi Muhammed el Baradey'in - mâlumunuz, El Baradey Irak'ın nükleer silah programı olmadığında haklıydı – daha ihtiyatlı tarzını terk etti ve tarihte en sıkı denetlenen nükleer program olan İran nükleer programının “muhtemel askeri boyutları” olabileceğini savundu. Delili olmaksızın elbette.
Doğru, Hillary Clinton'ın İran hakkında yaptığı şu son korku bezirganlığının hemen ardından Amerika destekli Amano, Bush-Obama yönetiminin başlıca konularını aksettirdi (askeri-şirketçi hâkimiyetin devamlılığına artık uygun bir isim vermemiz gerekmez mi?) Bush-Obama rejimi İran'ın nükleer silah üretmek için çabaladığına olan sarsılmaz inancını sürekli olarak beyan ediyor. Bu inanç öylesine sarsılmaz ki yeryüzündeki hiçbir şey onu değiştiremez – İran'ın uranyumu zenginleştirme işlemi için başka ülkelere gönderme istekliliği ve İran'ın silahlanma için gerekli olandan daha alt düzeyde bir uranyum zenginleştirme çalışması için lazım olan teknik kapasiteden yoksun oluşunu Washington'ın kabul ve itiraf etmesi bile değiştiremez.
Fakat evet, her nükleer programın “muhtemel askeri boyutları” olabilir. Alem-i imkan dâhilindedir. Bu ise Amerika'nın, müttefiklerinin ve bağımlı devletlerin İran'a karşı diledikleri gibi harekete geçmelerini haklı kılmaya yetiyor. Bush-Obama yönetimi – aslında medya ve siyaset seçkinlerinin tümü de – gazeteci Ron Suskind'in resmettiği Dick Cheney'in “Yüzde Bir Doktrini” çerçevesinde hareket ediyorlar. Bir süre önce de not ettiğimiz üzere: Suskind, rejimin davranışına hâkim olan paranoyak ilkeyi kesin bir dille ifade eden kişinin Cheney olduğunu kaydetmiştir. Bir devlet ya da grubun yüzde bir oranında bile Amerika'ya zarar verme ihtimali varsa, bu durumda Amerika tehdit sanki kesinmiş gibi yanıt vermelidir, tüm gücüyle, ilk saldırıyı gerçekleştirerek, Bush'un “hareket yolu” demekten hoşlandığı şeye set çekecek kanun ya da kurumu göz ardı ederek. Gerçekler ve hakikat önemsizdir. Önemli olan tek şey, meydan okunamayacak bir güç gösterimidir. Cheney şöyle demişti: “Bizim analizimizle, baskın deliller bulmamızla bir ilgisi yok. Yanıtımızla ilgili.”
Hataya düşmeyin. Bush-Obama yönetiminin câri yöneticileri ve Dick Cheney arasında Kabuki tiyatrosunda olduğu gibi çatışmalar sergilenmesine rağmen modern Amerikan devletinin ana ilkeleri üzerinde mutâbıktırlar: Hakimiyet kurmak ve zengini korumak. Esasen Amerikan siyasetinin bugün acı ve yakıcı olmasının, kişisel olmasının nedenlerinden biri de hakiki siyasi anlaşmazlıkların artık mevcut olmaması dolayısıyla da hakiki siyasetin olmamasıdır. Emperyal sarayın iki yoz hizbi var ve iktidarın nimetleri üzerinde didişiyorlar. Aynı politikaları izliyor, aynı yalaktan besleniyorlar; savaşacakları bir öz yok. Bu yüzden de tüm zamanlarını hırsla benimsedikleri berbat ve şerli ilkelerin feci sonuçları hakkında birbirlerini her defasında daha derin bir öfke nöbetinde suçlamakla geçiriyorlar.
Clinton'ın iç karartıcı derecede komik saçmalığı – S. Arabistan ve Mısır'ı yüceltirken İran'da demokrasi yok diyerek kınaması – bazı çevrelerce Amerikan politikasında “eksen değişimi”, Barack Obama'nın sözümona giriştiği İran'la yakınlaşmadan uzaklaşma hamlesi olarak yorumlandı. Fakat Stephen Kinzer'in kaydettiği gibi bu “yakınlaşma” şeffaf ve fena bir yalandı. Hillary Clinton'ın İran'a aniden yaylım ateşi açması, hiçbir zaman başlamamış yakınlaşma politikasının sonu demekti. Dünyayı, Tahran'daki rejimin batıyla ciddi müzakerelere karşı çıktığına ikna etmek istiyor. Doğru olabilirdi bu ama bunu galiba hiçbir zaman bilemeyeceğiz çünkü aslında kimse İran'a müzakere teklif etmedi...
Gitgide parçalara ayrılan İran rejiminin ciddi müzakerelere yanıt verip vermeyeceği hayli belirsiz. Belirli olan bir şey varsa o da rejime bu seçeneğin sunulmadığıdır. Obama yönetimi tıpkı selefi gibi tek bir şeyin müzakeresiyle ilgilendiğini açık etmişti: İran nükleer programının dizginlenmesi. Ancak hiçbir ülke, kendi nazarında aynı derecede acil olan diğer soruları masaya getirme şansı olmaksızın sırf hasmının belirlediği soruyu müzakere etmeye sıcak bakmayacaktır.
Daha vaatkâr bir yaklaşım, Başkan Nixon'ın 35 yıl evvel Çin'e söylediğini bugün İran söylemek olabilirdi: Tüm şikayetlerimizi gözönüne almaya razıysan biz de seninkileri gözönüne alacağız. Clinton, Amerika'nın böyle bir teklifte bulunmayacağını açık etti. Amerika böyle bir teklif yerine Amerika'nın onlarca yıllık İran politikasına yapıpış kalıyor: Rejimden taleplerde bulun, rejimi tehdit et, ona müeyyide uygula, tecrit etmenin yollarına bak ve muğlak şekilde tanımlanmış olumlu sonuçlar bekle.
Peter Casey, Antiwar'da yayınlanan güçlü makalesinde Barack Obama'nın İran'a karşı dövüşkenliğini ve dahası, Obama yönetiminin Cheney'in bir nebze olsun delil gerektiren Yüzde Bir Doktrini'nin ötesine geçtiğinin tafsilatını veriyor: Amerika, İran'a karşı savaş planları için gerekli askeri yığınağa bu yılın başlarından beri devam ediyor. Obama yönetimi balistik füze savunma bataryaları yerleştirmek için Ocak ayında çeşitli Körfez ülkelerine baskı uyguladı. Aynı zamanda, Pentagon, bölgedeki Amerikan donanmasını ileri radar ve önleyici füze donanımlı gemilerle tahkim ederek Basra Körfezi'nde yeni bir ilk savunma hattını duyurdu. Dahası, Obama yönetiminde, Bush'un Polonya ve Çek Cumhuriyeti'ne kurmak istediği füze savunma sistemi planlarını – Rusya'nın ateşli tepkisini tetiklemişti – İran'dan gelecek potansiyel kısa ve orta menzilli füze saldırılarına yoğunlaşmak üzere değiştirildi. Daha yakın zamanlarda ise Romanya hükümetinin İran'dan gelecek roketleri engellemek üzere Romanya topraklarına füze savunma bataryaları mevzilendirilmesini kabul ettiği bildirildi.
Bu gayretler, Bush-Cheney'nin Irak işgaline giden seyri hatırlatıyor Ancak Obama yönetiminin İran'ı hedef almasında derin bir farklılık da var. Esasen Cheney'in önleyici savaş modelini izliyor ama bir şey hâriç: Savaş lehinde somut gerçeklere bel bağlamaktan vazgeçti. Bunun yerine, İran liderliğinin niyetini belirleyici etken olarak kabul ediyor.
Bush-Cheney, “11 Eylül sonrası dünyada” önleyici savaşın cevaz verilebilir bir şey olmakla kalmayıp ahlâken de zorunlu olduğunu söyleyen doktrini benimseyerek savaş başlatma eşiğini düşürmüşlerdi. Cheney'in icâdına göre, bir terörist saldırı veya başka türlü bir saldırı ihtimali çok az olsa bile, “eyleme geçmede zaafiyet” daha büyük bir tehlikedir. Ancak Cheney'in “yüzde 1 çözümünün” bir zayıf yanı vardı. Farâzi de olsa fiili, fiziki mevcudiyet. Kitle imha silahlarının mevcudiyeti ihtimali düşük olabilir ama yine de mevcut olmalıdır. Gerçeklerden hareket ettiği iddiasındaki herhangi bir planın mahzuru - dehşet gösterisini önleyecek denli vakitlice olmasa da er ya da geç aksinin ispatlanabilmesi ihtimalidir. Başka bir ifadeyle, Cheney doktrininde “casus” yanlışlanmaya tâbidir her ne kadar “belli” çoktan patlak verdiyse de. Irak'ta olan tam da buydu.
Cheney doktrininin düşük eşiği yeterince kötüydü. Obama ve onun neoconvâri danışman tayfası eşiği büsbütün kaldırıyorlar. Obama'nın danışmanları Cheney'in hatalarından ders de çıkartıyor. Bush-Cheney'in bıraktığı yerden İran meselesine devam eden Obama'nın şahinleri, savaşı haklı kılmak için test edilebilir belgelere veya gerçeklere dayalı iddialardan medet ummuyorlar. Obama/Netanyahu'nun savaş yandaşları savaşlarına başlarlarsa, bunu “İran'ın nükleer silahlara sahip olmasına izin veremeyiz” şeklindeki bir inanç umdesine dayalı olarak yapacaklar. Nesnel olma gayretiyle, İran'ın bir bomba üretmeye yetecek bir teknoloji ve üretim yeterliliği elde etmesine izin verilemez diyorlar. Böylelikle, İran liderliğinin -yahut muhtelemen gelecekteki liderliğin – hâlen elinde mevcut olmayan bilgi, maharet, teçhizat ve altyapı gibi yeteneklerle ileride neler yapmaya karar vereceği hakkında doğrulanamaz inançlara dayalı olarak bir savaş planı hazırlanıyor. Cheney doktrinine göre Irak'ın elinde kitle imha silahlarının bulunma ihtimali yüzde 1 bile olsa Amerika saldırmalıydı. Obama-Netanyahu doktrini ise İran bir gün gelir de nükleer silah üretme kapasitesine sahip olma şansı elde ederse ve gerçekten de bir tane üretmeye karar verirse diyerek askeri saldırganlığa cevaz veriyor.
Bu tarz bir muhakemeyi bizzat Obama'nın kendisi 9 Şubat tarihinde bir basın toplantısında sergiledi. Amerika ve batılı müttefiklerinin İran'ın elindeki düşük düzeyde zenginleştirilmiş uranyumu tıbbi amaçlı izotoplara çevirme teklifini iddiaya göre İran'ın reddetmesini ele alırken şöyle dedi: “Bize göstermektedir ki nükleer güçlerinin yalnızca sivil amaçlı olduğunu söylemelerine rağmen, aslında silahlanmaya giden bir seyir izlemeyi sürdürüyorlar. Yalnızca ABD için değil uluslararası câmia için de kabul edilebilir bir şey değildir bu.” Kendi bilim ve kaynaklarıyla nükleer yetenek geliştirme yönünde İran'ın fiilen katettiği her mesafe “silahlanmayla” neticelenebilir. Obama, savaş sebebi bulmak için el falı bakmaktan daha iyi olmayan bir analize dayanarak kötü niyet isnâd ediyor burada.
Bush-Obama yönetimi şimdi kendi adamlarını UAEK'na yerleştirdi ve ajans yıllardır sürdürdüğü ihtiyatlı, delillere dayalı yaklaşımını birdenbire evet, el falına bakma lehinde tersine çevirdi ve İran'ın gün gelir de bugün mevcut olmayan ve öngörülebilir gelecekte de olmayacak uygun şartlar altında en nihayet neye karar vereceği hakkında el falını tercih etti.
2008 yılında, İran'ın uranyum zenginleştirme faaliyetleri hakkında yapılan bir başka korku bezirganlığı skandalından sonra kaydettiğim gibi: Amerikan seçkinlerini İran topraklarına saldırma ve İran'ı hâkimiyet altına arzusundan başka yöne çevirmek için İran'ın yapabileceği hiçbir şey yok.
Kaynak: Empire Burlesque
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı