hani bazı fotoğrafların haber metnine şu ibareler eşlik eder: insanlığın öldüğü an... insanlık bitmiş... bu kadarı olmaz... olamaz denecek görüntüler... gel de isyan etme... pes doğrusu... insanlık öldü mü...
insanlık öldü mü, sorusunda bir imkan aralığı var: belki ölmemişdir; belki kırıntı kadar da bir ümid vardır. (ama, yaşlı bir adam öldü, cemaat, lafta namaz kılarken.) ama, bursa’nın karaman mahallesi yeni camii’ndeki cemaatde umut yok. ihtiyar bir insan yüzüstü düşüyor, büyük ihtimalle can çekişiyor, veya yenice ölüyor, cemaat ve imam efendiler, nerelerini dönüp, ibadet etmediklerinden habersiz, duyarsızların ibadet edemeyeceğinden, bunun imkansızlığından, sadece yat-kalk cimnastiği edebileceğinden, ve, yaradılana saygısızlık ile ibadetin yanyana gelmesinin imkansızlığından agahsız güruhu, tam da, ikide bir insaniyetsizliğinden yana yakıla bahsedip, bizim toplumumuz öyle mi ya.. bizde olsa herkes imdada koşardı.. dediğimiz insanımız, batılı/avrupalılar (yoksa, medeni insanlar mı demeliydim) gibi, resmi kurumun umumi telefonunu (112’yi) çevirip, sonra da neresini çevirip, kalp namaza duruyor...
demek içlerinden birinin dahi otomobili yokmuş ki, zavallı can çekişen ihtiyar adamı yakın bir sağlık kuruluşuna yetiştirsin... vah zavallı cemaat, vah zavallı cami cemaati (üstüne toz konsa aklına şamarlama gelen, tokat atmağı düşünen ve atan, dünyalıkda ve enaniyetde cevval, ama, nasrullahlıkda zavallı kaçkın cemaat) demek hiçbirinin eli kolu tutmuyormuş ki, otomobil bulamasalar da, bir yaygı içinde en yakın sağlık merkezine taşıyamamışlar... taşıyamayan ayakları ve elleri onları camiye nasıl taşımış acaba ve lafda namazı kıldıkdan sonra, ev ve işyerlerine nasıl taşımış...
nasıl taşıyacak, ölecekleri yere taşıyacağı gibi taşımış!
fotoğrafları yorumlamağa bilmem ihityac var mı? belki can çekişen, belki henüz vefat etmiş bir insanın naaşı, taze naaşı ve naaşa ardını dönmüş, lafta namaza durmuş gölgeler, giyimli gölgeler
ve
imam efendileri, başlarındaki cüppeli imam efendileri.
imamları bu olunca, bilmem ki cemaate bir şey demek gerekir mi?!
haydi cemaat bilmiyordu, sayın bursa müftiliği, vazifeliniz de mi bilmiyordu cum’a vaktinin yarım saat-bir saat içinde geçmeyeceğini? imam da bilmiyorsa, bilmediğini bilmeden mi vazifeye tayinini gerçekleştirdiniz? biliyorsa, bildiğiyle amel etmesi gerektiğini bilmediğini işte şimdi siz de ayn’el-yakin bildiniz...
belki, fıkhi nazariyatda, ya’ni kıyasi görüşler itibarıyle (mahzurlu değil) kusurlu bir durum sözkonusu değil; ancak, insani nazar zaviyesinden, insan gözünün güzellik/hasene ve dahi melahat ayarı açısından aynı kusursuzluk ve mahzursuzlukdan, rahatca bahsedilebilir mi?
olay duyulmuş, camiin içine foto muhabirleri girmiş, ve, buna rağmen, naaş kalkmadan, arka dönülüp namaza durulmuş... ikindi vakti girmek üzere değildi herhalde... efenndim cemaat bekleyemez... peki, orası dağ başı mı ve bursada camilerin/mesacidin köküne kıran mı girmiş? ve bir tek bu cami kalmış?
haydi, haydi, haydi.. hepsinden geçdik, camide bir oda, kapalı bir mekan, hatta kuytu bir menfez de mi yokdu be kardeşim!!!
bu ne nezaketsizlik, bu ne kalınlık, bu ne ahiretsizlik?
evet, ahiretsizlik. eğer ahirete inanılsa, ahiret yolcusuna arka dönülür mü idi?! birkaç günlüğüne bir yere gidip döneceklere arka dönmeyip, kaybolana kadar (kaybolana kadar.. otobüs, uçak, tren.. kalkıp gözden kaybolana kadar) el sallanmıyor mu? şu yerde yatan kardeşiniz, ağabeyiniz, arkadaşınız, komşunuz, asli vatana, (asli vatanına değil, bizim de olan) asli vatanımıza yola çıkmış, ona arka dönüyoruz?
bu mu hassasiyet, bu mu ahirete iman, bu mu, islamın, “öldürürken bile güzel/temiz öldürme” güzellik anlayışının, nezaket, insaniyet, merhamet/rahmet düsturunun tezahürü?..
cemaate ahireti anlatın, diyeceğim ama...
cüzdanı boş olan nasıl versin ve çeşmesi akmayan cemaata nasıl su dağıtsın?
elbet, diyanet de (eşrafı ve etrafı ve bendeleri de) cebinde ne varsa on(lar)dan verebilir cemaate...
bu olaydan sonra, bildiğiyle amel etme, nazariyatın ameliyatda yaramaması halinde boş ilim sayılacağı ve bu boş ilimden kaçınılması gerektiği, aksi takdirde kitab yüklü merkep haline gelineceği, diyanet camiasının, hiçbir mensubunun bu derekeye düşmesini arzulamadığı.. çerçevesinde, senede birkaç saatlik de olsa, nazariyatdan fiiliyata, nazariyat ameliyathanesi, veya, sade (olan ilme en yakındır kavlin)ce: “ameliyathane” “ayinesi işdir imamın..” seminerleri tertibini düşünür müsünüz, bilmem...
30 Nisan 2010 Cuma 15:20 | ||||||
|