Bunu başaracak siyasal niyet, güç ve kararlılık nerede?(1)

Çözüm, demokratik ve sivil bir anayasa ama...
Bunu başaracak siyasal niyet, güç ve kararlılık nerede?(1)

Evet, başörtüsü ve türban bu ülkede nazik bir konu haline gelmiş ya da getirilmiş durumda.
Toplumu bölüyor, siyaseti geriyor.
Uzun yıllardır böyle.
Peki ama bu pencereden Anayasa Mahkemesi'nin başörtüsü-türban kararının gerekçesine bakılınca görülen nedir?

Üniversitelerde yasağın devam ettirilmesiyle toplumsal barış açısından iyi bir iş yapıldığı söylenebilir mi?

Sanmıyorum.
Üniversitelerdeki bu yasak, ülkemizde huzur ve barış fikrine hizmet etmiyor.

Demokrasiyi zedeliyor.
Eğitim hakkına darbe vuruyor.
Eşitsizlik yaratıyor.
Ve radikal İslamcıları sevindiriyor.
Ama olsun, Anayasa Mahkemesi yine de yasağı devam ettirmekle doğru iş yaptığına inanmış durumda.

Üniversitelerde başörtüsü yasağına son vermek için kamuoyu araştırmalarından çıkan yüzde 70'lik evet gerçeği... Ya da yasağı kaldırmak için TBMM'de kalkan 411 el...

Bu gerçekler kimilerini ilgilendirmiyor. Onlar için yüzde 70 de, 411 de herhangi bir toplumsal ya da siyasal 'uzlaşma'yı yansıtmayan kuru rakamlardan ibaret.

Bu gibilerin gözünde, toplumun yüzde 70'nin ve TBMM'nin ezici çoğunluğunun tercihleri onların gözünde 'kaos'a açılan kapı sayılıyor.

Ayıp!
Eğer toplumsal barış ve huzur diyorsak, 'kaos'tan sakınmak istiyorsak, üniversitelerde demokratik bir hakkın, eğitim hakkının kullanılmasına sahip çıkmak zorundayız.

Başörtülü diye, türbanlı diye üniversite kapıları kimilerine kapatılırsa, asıl o zaman kaos kapımızı çalar günün birinde.
Bunu sakın göz ardı etmeyin.

Yükseköğretim kurumlarında başörtüsü yasağını kaldırmak demokrasinin, eğitimin hakkının, din ve vicdan özgürlüğünün bir gereğidir.
Konunun bir boyutu daha var.

Anayasa Mahkemesi'nin yasakçı kararının gerekçesiyle bir kez daha ortaya çıkan bir gerçek bu.

Yüksek Mahkeme demek istiyor ki:
Bu ülkede anayasaları askeri darbelerle gelen kurucu meclisler yapar; halkın oyuyla seçilen meclislerin işi değildir anayasa yapmak...

Gerekçeli kararın arkasında yatan zihniyetin özeti budur. Ve bu zihniyetle demokrasi de, millet egemenliği de, hukukun üstünlüğü de bağdaşmaz.
Çünkü bu zihniyet kendini hukukun da, millet egemenliğinin de üstüne koyuyor. Klasik deyişle, millet iradesini ipotek altına alıyor.

Belki daha doğrusu:
'Yetki gaspı'nda bulunuyor.
Böyle demokrasi olmaz.
Barış ve huzur böyle yakalanmaz.
İstikrar böyle gelmez.

Eninde sonunda bu 'zihniyet'le siyasal bir hesaplaşma bu ülkede yaşanacak. Demokratik rejimin taşları böyle bir siyasal hesaplaşma olmadan yerli yerine oturamaz. Bir 'vesayet rejimi'ni demokrasi diye yutturmanın da bir sınırı vardır.

Yakın tehlikeye gelince...
Türkiye eğer rejimini demokratik bir raya oturtmakta gecikmeye devam ederse, Kürt meselesi ile laiklik sorunu arasında öylesine bir kapana sıkışabilir ki, korkulan asıl o zaman başımıza gelir.
'Kaos'u asıl o zaman yaşarız.

Kürt meselesi gibi, laiklik ve demokrasi gibi temel sorunlarını demokrasi içinde çözüm rayına oturtamayan bir Türkiye'yi, bir yandan Kürtçü radikalizm, öte yandan İslamcı radikalizm bugünkünden çok daha beter kanatır.

Çare, yazımın başlığında belirttiğim gibi, yeni bir demokratik, sivil anayasadan geçiyor ama... Nerede bunun için gerekli siyasal niyet, güç ve kararlılık sorusu da ister istemez akla takılıyor.

Bu konuya bir gün daha, bu kez Anayasa Mahkemesi'nin AKP ile ilgili kararının gerekçesiyle devam edeceğim.


Kaynak: Milliyet