Bu kez darbeyi Meclis yapsın

 

 

Tam yazıya oturdum, büyük romancımız Adalet Ağaoğlu aradı. İki gündür bu köşede çıkan ve demokrasimizin içinde bulunduğu çıkmazdan çıkış yollarını araştıran yazılarımdan hareketle, "İsterseniz" dedi Adalet hanım, "İsterseniz buna bir romancının, bir yazarın fantezisi deyin ama aklıma bir şey geldi. Bugüne kadar darbelerin, darbecilerin anayasalarıyla yaşadık hep. Acaba bu kez darbeyi Meclis yapsa ne olur?"
Tam da bunu konuşuyoruz işte. Tam da, çok partili tarihimizde bir kez olsun, Meclis'in ülkenin en temel meselesine el koymasını, katılımcı bir yöntemle bu soruna köklü ve kalıcı bir çözüm bulmasını temenni ediyoruz.
O yüzden Adalet Ağaoğlu'nun düşüncesini 'romancı fantezisi' olarak görmemeli, onun yerine bu temenninin hayata geçmesinin mekaniği üzerinde düşünce üretmeliyiz.
***
Dün, özellikle 90'lı ve 2000'li yıllardan iki büyük ders çıkarılması gerektiğini yazdım. Bana göre dersler şunlardı:
1. Bir demokrasi yönetebilir olmalıdır, kırılgan karar mekanizmalarına veya saray içi oyunlara karşı sistemik önlemlere ihtiyaç vardır;
2. Bir demokratik yönetim denetlenebilir ve hesap verebilir olmalıdır, yürütme erki nasıl bölünmez bir bütünse, onu denetleyecek ve hesap soracak olan yasama erki (tabii bu arada sivil ve örgütlü toplum da) yürütmeden bağımsız olabilmeli, yargı ise belli bir demokratik meşruiyete sahip olmak şartıyla mutlak bağımsız olmalıdır.
Madde madde gidelim. 90'lı yılların sorunu 'yönetebilir demokrasi' sorunuydu. Art arda koalisyon hükümetleri kuruldu ve dağıldı. Bu kurulmalar ve dağılmalar sırasında, bürokratik gelenekler baştan sona yıkıldı, partili valileri, müsteşarları, genel müdürleri gördük. Yine bu kurulmalar ve dağılmalar sırasında ülkenin bırakın uzun vadede çözülecek işlerini, orta ve kısa vadeli işlerine bile el atılamadı, sorun biriktirildi, ekonomik kalkınma bu sebeple ciddi bir duraksamaya girdi.
O yüzden 'yönetebilirlik' ama demokrasi içinde kalarak, demokratik meşruiyet kurallarından ayrılmadan yönetebilirlik önemli bir yetenek.
Bu noktaya geri dönmek üzere ikinci dersi de açıklamam gerek: Yönetirken hesap verebilir olmak, denetlenebilir olmak da 2000'li yılların sorunu. 2002 sonundan beri bir tek parti iktidarı var, yani işin 'yönetebilirlik' tarafı tamam ama bu iktidarı denetleyecek, dengeleyecek, frenleyecek güç yok.
Yakın zamana kadar, beğenmesek de Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer bu denetleme, dengeleme ve frenleme işini yapıyordu. Şimdi, bugünkü manşetimizde artık açıkça yazdık, bu görevi sanki yargı üstlenmiş gibi bir durum var. Artık baştan sona siyasi meselelerde bile görüş açıklıyor yargı kurumları.
Bu denetlenemezlik ve kontrol edilemezlik, hesap vermemezlik halinin
tek sebebi, yasama ile yürütmenin tek bir parti çatısı altında birleşmiş olması. Eh, o partinin (ve diğer partilerin) bütün milletvekillerini de tek başına lider belirlediğine göre, bizdeki gerçek durum tek kişi yönetimi. Kendimize demokrasi adını veriyoruz ama gerçekte diktatörlüğün bir çeşidi olan otokrasi ile yönetiliyoruz. (Daha da tuhafı, bu 'otokrasi'nin muhalefeti de başka türlü bir 'otokrasi'.)

Eğer bu iki ders konusunda anlaşıyorsak, o zaman bu sakıncaların nasıl giderilebileceği konusunu konuşmaya başlayabiliriz.
Yarın devam edelim.

Kaynak: Radikal