Bu gidiş nereye?

 

Bölgeye Irak Penceresinden Bakmak… Gidiş Nereye?

 

Vücutta, rahatsızlandığı takdirde bedenin her tarafını etkileyecek ana merkezler vardır. Tıpkı bunun gibi, ümmet içinde de, sağlıklı veya rahatsız olduğu zaman ümmetin tamamını etkileyecek olan ana merkezler vardır.

 

Bu doğrultuda Irak hadisesi, ümmetin genel manzarasına kendi rengini vermeye devam ediyor. Hatta sadece ümmetin genel manzarasına değil, uluslararası siyasetin tamamına da kendi rengini veriyor. Çünkü Irak, stratejik konumu, medeniyet tarihindeki yeri ve dünyayı harekete geçiren en büyük enerji rezervlerine sahip oluşuyla, ümmet içindeki ve uluslararası siyaset arenasındaki en önemli ağırlık merkezlerinden biri durumundadır.

 

İşte bu gerçekler, Irak’a egemen olmayı imparatorlukların değişmez hedefi haline getiriyor. Irak’a egemen olmayı planlayan imparatorluklardan biri de Amerika’dır. Hareket noktası ise dünyaya tek başına hâkim olmayı istemesidir. Ancak bu affedilemeyecek bir cürümdür; çünkü çeşitlilik ve çokseslilik bir kâinat kanunudur ve Allah’ın dışında hiç kimse “ahad” (tek) değildir: “Şüphesiz Allah kendisine ortak koşulmasını affetmez; bunun dışındakileri ise dilediği kimseler için affeder.” (Nisa /48)

 

Irak savaşının başlamasının üzerinden dört yıl geçtikten sonra açık bir şekilde görüldü ki, Irak’ın işgali ile ulaşılmak istenen hedeflerden biri gerçekleştirilmiş olsa da, genel olarak Irak’a egemen olma rüyası süper devlet için tam bir kâbusa ve çıkmaza dönüşmüştür. Gerçekleştirilen hedef ise, Arap-İsrail mücadelesinde Irak’ın denklemden çıkarılmış olmasıdır.

 

Amerikalı strateji uzmanları nasıl bir çıkmazın içinde olduklarının farkına varmış durumdalar. Artık orada kalmanın maliyetine katlanamayacaklarını biliyorlar; bu yüzden çekilmenin ağır bedelini ödemeye daha yakın duruyorlar. Hatta ABD Ulusal Güvenlik Konseyi eski başkanı Zbigniew Brzesinski, Amerikan imparatorluğu rüyasının sona erdiğinden bahsetmek durumunda bile kaldı.

 

Hz. Peygamber bir hadisinde Allah’ın kuşatıcı tuzağından bahsederken ne kadar da doğru söylemiş: “Allah bir adamın belirli bir yerde öleceğini yazınca, oraya gitmesi için ona bir ihtiyaç hâsıl eder.” Böylece o kişi ölümüne gider. Devletler ve topluluklar için de aynı şey geçerlidir.

 

Vietnam savaşından beri Amerikan siyasetinde bir dış mesele, son senato seçimlerinde olduğu gibi seçim savaşlarının ana ekseni haline gelmemişti. Ancak son seçimlerde muhalefet partisinin çoğunluğu kazanması, iktidar partisi üzerinde siyasi bir deprem etkisi yaptı. Bu durum, artık herkesçe kabul edilen Irak’ın işgali hezimetini halen itiraf etmeye yanaşmayan Amerikan yönetimindeki krizi daha da büyüttü.

 

Hezimetin nihaî sonucu ise geri çekilmektir: “Şüphesiz ki inkâr edenler mallarını, (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcıyorlar. Daha da harcayacaklar. Ama sonunda bu, onlara yürek acısı olacak ve en sonunda mağlup olacaklardır.” (Enfal sûresi: 36). Aynı şekilde Irak’a karşı girişilen savaş, İspanya’da, İtalya’da ve İngiltere’de hükümetleri, partileri ve idarecileri silip süpürdü. Şu anda ise bu haçlı saldırısının başını yok etmek üzeredir.

 

Hatta bu savaşın yıkıcı etkileri Irak’ı da aşarak, Gazze’deki kamplardan Afganistan’daki medreselere ve Londra’daki havaalanlarına kadar her yeri vurmaya başladı… Gerisi de geliyor.

 

Çoğu acı olan cüz’i meseleleri dikkate almazsak, Irak’taki genel manzaranın özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz:

 

1- İşgalin yenilgisi ve direnişin zaferi artık kesin bir hal almıştır: Bu durum aynı zamanda, geleceğini bu işgale bağlamış siyasi operasyonların, etnik ve mezhep esasına dayalı olarak hazırlanan anayasanın, işgali destekleyen güçlerin, anlaşmaların ve ittifakların da sonunun yaklaştığı anlamına geliyor.

 

İşte bölge bütün bu gelişmelerle çalkalanıyor. Ancak problem burada değil, aksine bu durumun yerini daha kötüsünün ve daha kapsamlı bir kaosun alıp almayacağı veya bölgesel ve uluslararası güçler tarafından beslenen sürekli ve kuşatıcı yeni savaşların yaşanıp yaşanmayacağı meselesindedir.

 

Bir başka ifadeyle, bütün bu yaşananlardan sonra acaba Irak, tarih boyunca birlikte yaşamış grupsal, dinî ve etnik çeşitliliğini korumaya devam edebilecek mi? O, bu şaşırtıcı çeşitliğiyle en büyük medeniyet mirasını oluşturmayı başarmış ve her türlü dışlayıcı düşünceden uzak bir şekilde beş asır âleme hükmeden en büyük devleti kurmuştur. Evet, acaba Irak bunu gerçekleştirebilecek mi? Yoksa bazılarının öngördüğü gibi Filistin’in geri dönmesi Irak’ın geri dönmesinden çok daha kolay mıdır?

 

Artık Amerika’nın yaklaşmakta olan geri çekilişinin ardından nelerin olacağı konusunda zihinlerin çalıştırılması gerekiyor… Irak mirası etrafında geçekleşecek yerel, bölgesel ve uluslararası mücadelenin şiddeti nasıl bir hal alacaktır?

 

Acaba ortalığı dolduran diğerlerini dışlama, tekfir etme fikirlerinden ve kimlik eksenli savaşlardan sonra, Irak’ta halen kuşatıcı bir ulusal düşünce kalmış mıdır? Evet, bütün Iraklıların kuşatıcı, çoksesli, ulusal bir kimlik etrafında bir araya gelmelerini sağlayacak böylesine kuşatıcı bir ulusal düşünce kalmış mıdır acaba?

 

Şüphe yok ki, Irak’ın yok olup gitmesine bir damla siyonist, hatta İran gözyaşı akmaz; ancak bu durum Amerikalıların alınlarındaki bir başka kara leke olarak kalır.

 

2- İran’ı hedef almak: Kendisini ve -en şiddetli baskıları uygulayarak- müttefiklerini Irak çıkmazına sürükleyen Amerika, şimdi de yine baskı uygulayarak onları bir başka çıkmazın içine çekmeye çalışıyor. Onları, -daha önce Irak’a yapıldığı gibi- İran’a karşı şiddetli bir ambargo uygulamaya ve her taraftan kuşatıp yalnızlaştırmaya zorluyor. Amaç, barış veya savaş yoluyla, İran’ı nükleer enerji santraline sahip olma hedefinden vazgeçirmek ve bölgenin liderliğini, tek güçlü devlet olarak Siyonistlere bırakmak.

 

Siyonist-haçlı yönetimindeki Amerika Birleşik Devletleri, “dünyanın sonu ve Mesih’in dönüşünün yaklaşması” efsanelerine dayanan inancın mutlak egemenliği altında, içinde bulundukları hezimeti itiraf etmeyi reddediyor ve yeni maceralara atılmaya hazırlanıyor. Belki de bunun için Siyonist av köpeğini teşvik ediyor.

 

3- Müttefiklere baskı: İşgalciler, (dinî müttefikleri) İran’dan uzak olduklarını ortaya koymak hususunda, Irak’ta yürütülen siyaseti kabul etmeleri için Irak’taki müttefiklerine baskı yapıyor. Bunun dışında, Sadr grubu gibi İran ile en sıkı ilişkilere sahip güçlerin ve grupların vurulmasına iştirak ederek işgale olan dostluklarını fiilen ifade etmeyi bile kabul etmiyorlar.

 

Şiiler arasında baş gösteren yeni çatlakların ve bazılarının direnişe kaymasının sebeplerinden biri de bu olsa gerek.

 

4- Mutedil Sünnî yöneliş lehine dengelerin değiştirilmesi: İşgalciler, siyasî operasyonlara iştirak eden Sünnî gruplar lehine –görünüşte de- olsa dengeleri bir ölçüde değiştirmeye çalışıyorlar. Bununla hem direnişi zayıflatmayı, hem de İran ile bağlantılı olduklarından korktukları Şii grupların etkilerini sınırlandırmayı hedefliyorlar.

 

5- Ilımlıların ittifak etmesi: Amerika, barış veya savaş yoluyla İran’ın nükleer santral projesinden vazgeçirilmesi ve “Şii Hilali” olarak isimlendirdiği yapılanmaya karşı konulması için “ılımlı” devletleri anlaşmaya çağırıyor. Bu çağrıyı yaparken, ümmetin karşı karşıya olduğu birinci tehlikenin Amerikan işgali veya Siyonist düşman değil, aksine İran ve Şii Hilal’i olduğunu da vurguluyor! Bunun üzerine Arap yetkililerden ve hatta İslâmî cemaatlerin sorumlularından, gruplar arası mücadeleyi alevlendirecek açıklamalar geldi.

 

6- Filistin’i sakinleştirmek ve Arap barış planını yeniden canlandırmaya çalışmak: Bütün bunlar olurken, Araplar, Filistin cephesi de içinde olmak üzere, diğer cephelerdeki mücadelelerin sakinleştirilmesi siyasetine yöneldiler. Arap zirvesinde, Arapların barış yolunu tercih ettikleri yeniden vurgulandı ve Siyonist devletle görüşmeler yapmak için bir komisyon oluşturulması çağrısı yapıldı.

 

“Savaşa güç yetiremeyenin barışta nasibi olmaz” gerçeği sebebiyle, Siyonist devlet son dönemlerde Hizbullah ile girdiği savaşta hezimete uğramış olmasına rağmen, Batı’nın karar merkezlerindeki geniş nüfuzuna dayanarak Araplara üstünlük taslama, uyguladığı zulme devam etme ve Filistinlileri muhasara altına alma siyasetini derinleştirerek sürdürüyor. Bütün bunlar Suudi Arabistan’ın, tehlikeli bir fitneni içine yuvarlanmış Filistinli grupları, bir koalisyon hükümeti kurmaya –ki böyle bir hükümet Filistin’in ve Filistin meselesinin başarıya ulaşması için bir vesile kabul ediliyor- sevk etmede başarılı olmasına rağmen yaşanıyor.

 

Ancak bütün bunlar İsrail’in, Batı’nın ve hatta ambargoya katılan Arap devletlerinin siyasetlerinde hiçbir değişikliğe yol açmadı. Amaç Hamas’a bir bedel ödetmek.

 

Diğer taraftan ulusal koalisyon hükümetini devirmek ve böylece Hamas’ın bir an önce başarısız olmasını sağlamak için, devlet başkanlığına ve onun işgalle irtibatlı olan güvenlik birimlerine bol keseden yardımlar yapıldı.

 

Bu durum bölgeye yönelik Amerikan planını daha da karmaşık hale getirdi. Amerikan planın eksenini, direniş güçlerinin şiddetli bir şekilde muhasara altına alınması oluşturuyor. Bunun arkasındaki amaç ise barış veya savaş yoluyla İran’ı nükleer enerjiden vazgeçirmek ve bölgeye İsrail-Amerikan egemenliğini dayatmak.

 

7- Demokrasi ihracı projesinden vazgeçilmesi: Irak çıkmazına saplanan Amerikan siyasetinin sonuçlarından biri de, Amerikan yönetiminin demokrasi ihracı projesinden tamamen vazgeçmesidir. Özellikle de bu projeyle iktidara İslâmcılar gelecekse.

 

Ancak bu gün herkes açık bir şekilde gördü ki, Amerika’nın böyle bir stratejisi aslında hiç olmamıştır. Amerika bununla olsa olsa köhnemiş rejimleri korkutup, kendisine daha fazla boyun eğdirmeyi hedeflemiştir.

 

Sonuçta Amerikan yönetimiyle diktatörlük rejimleri arasında yeniden güçlü bir sevgi bağı kuruldu. Böylece bu rejimler Amerika’nın gözetiminde ve emrinde olacak, Amerika da onları yerlerinde bırakacak, devletin, onların özel aile çiftliği haline gelmesine göz yumacak ve onların kendi halklarına zulmetmesine ses çıkarmayacaktır.

 

Nitekim yaşananlar buna örnektir; bölgedeki yönetimler, Amerika’nın kendilerini yerinde bırakması, yönetimi kendilerinden sonrakilere (çocuklarına) miras bırakmaya göz yumması ve reformlar için yaptığı baskıyı kaldırması karşılığında, Amerikan iradesine tamamen boyun eğmeyi ve Filistinlilere uygulanan ambargoya katılmayı kabul etmişlerdir.

 

8- Amerikan yönetimindeki çalkantı: Cumhuriyetçilerin parlamento seçimlerinde çoğunluğu kaybetmesinin sebep olduğu siyasi depremin ardından Amerika Birleşik Devletleri’nde bir çalkantı görülüyor. Bu durum özellikle de dış siyaset alanında ve esas olarak Amerika’nın saplanmış olduğu Irak çıkmazıyla ilgili meselede kendini gösteriyor.

 

Bush zararda olduğu savaşı devam ettirme ve hatta İran’da yeni bir maceraya atılma yönündeki dogmatik inadını sürdürüyor olsa da, Demokratların hâkimiyetindeki parlamento ve hatta parlamentonun bazı Cumhuriyetçi üyeleri artık Bush’un otoritesine meydan okuyorlar.

 

9- Direniş hattının yükselişe geçmesi: Amerika’nın Irak’ta bir çıkmaza saplanmış olması, dünyada Amerikan siyasetine meydan okuma ve karşı çıkma yönelişlerinin gelişmesine katkı sağladı. Örneğin bunun sonuçlarından biri, Amerikan Savunma Bakanlığı’nın Rusya’yı, Doğu Avrupa’ya Amerikan füzeleri yerleştirilmesini kabullenmeye ikna edememesidir. Bilindiği gibi Rusya bu durumu kendi ulusal güvenliği için bir tehdit olarak görüyor. Aynı şekilde Rusya’nın, İran ile nükleer çalışmalar konusunda yardımlaşmaya devam etmesini engellemeyi de başaramamıştır.

 

Amerika’nın Irak’taki başarısızlığının etkisi kendisini birçok Latin Amerika devletinin tavrında da gösteriyor. Bu devletler, Arap devletlerinden farklı olarak, söz konusu başarısızlığın etkisiyle, Amerikan siyasetine karşı çıkıyorlar.

 

10- Terör alanının genişlemesi: Amerika’nın Irak’ta bir çıkmaza saplanmış olması, Amerika ve müttefiklerine karşı kapsamlı şiddet eylemleri görüşünde olanlara -ki bunları el-Kâide cemaati temsil ediyor- güçlü bir zafer bilinci kazandırdı ve geleceğe ilişkin beklentilerinin çıtasını yükseltmelerine yol açtı. O kadar ki, bölgedeki minberlerden bir İslâm emirliği ilan ettiler. Aynı şekilde çalışma alanlarını genişletip “İslâmi Mağrib’te Cihâd Kâide”si (Kâidetü el-Cihâd fi’l-Mağrib el-İslâmî) adında yeni bir cephe ilan ettiler.

 

Son birkaç ay içinde, siyasetin önünün tıkalı olmasından, toplumsal zulümden ve hükümetlerin ümmeti savunma görevini yerine getirmeyişlerinden de yararlanarak, Tunus’dan Fas’a, Lübnan’dan Londra’ya varıncaya kadar birçok ülkede güvenliği daha fazla sarstılar.

 

11- Amerika’nın Irak’taki hezimeti ne anlam ifade ediyor? Bu hezimet Amerika’nın kısa süre içinde bölgeden çekileceği anlamına mı geliyor? Yoksa “süper devlet” sıfatını kaybettiği ve temel kurallarını yayma stratejisini yeniden gözden geçireceğini mi ifade ediyor?

 

Diğer taraftan, Irak’tan çekilerek daha önceki imparatorlukların yolunu takip etmiş olmayacak mı? Bilindiği gibi imparatorluklar genellikle önce içten çökerler, sonra da savaşlarda uğradığı hezimetlerle bu çöküş süreci tamamlanır.

 

Amerika, kendisinde bir hayat ve canlılık bulduğu sürece bölgeden çekilmeyecektir. Çünkü bu stratejik bölgeye hâkim olmak, sahibine “güçlü imparatorluk” ve “dünya egemenliği” sıfatlarını veriyor. Ancak buradaki hezimeti onu tek süper güç olma konumundan çıkarıp, büyük devletlerden biri haline getirecektir.

 

Tıpkı Afganistan’da uğradığı hezimetten sonra Sovyetler Birliği’nin düştüğü durum gibi. Bu hezimetten sonra Sovyetler Birliği, Sovyetler imparatorluğu olmaktan çıkıp, büyük bir devlete, yani Rusya’ya dönüşmüştür.

 

Bu, İslâm ümmeti için bir şereftir; zayıf olduğu ve kendisini temsil edecek siyasî bir yapıdan yoksun olduğu bir dönemde bile -tıpkı gelişme döneminde Fars ve Rum imparatorluklarının yıkılmasındaki rolü gibi- çağın iki imparatorluğunun bu özelliklerinin kırılmasındaki payı çok büyük olmuştur. 

 

12- Gelmekte olan durum: Irak hükümeti sendeliyor. Ülkedeki trajedi, şiddet ve kaos katlanarak büyüyor. İpler işgalcilerin ellerinden kayıyor.

 

Şurası açık ki, etnik ve mezhepsel gruplaşmayı ve bundan kaynaklanan sıkıntıları ortadan kaldıracak demokratik ulusal bir anayasa hazırlamak için işgalcilerin çok fazla zamanları ve enerjileri kalmadı. Aynı şey ulusal nizamî güçlerin kurulması için de geçerlidir. Tabi eğer Irak’ın yeniden hayata döndürülmesi isteniyorsa.

 

Irak’tan kademeli olarak çekilmek veya Vietnam’dakine benzer bir kaçış ihtimali ufukta belirmiş durumdadır.

 

13- Bölge nereye gidiyor? Bölge halkları ile yöneticiler arasındaki mesafe gittikçe açılıyor. Yönetici seçkinler, gün geçtikçe halklarına daha çok yabancılaşmakta, dış güçlerle daha fazla sarmaş dolaş olmakta ve onların taleplerini daha fazla yerine getirmektedir. O kadar ki, bağımsızlıktan geriye kalan şeyler bile artık kaybolup gitmektedir.

 

Halkların adalete, özgürlüğe, birliğe, İslâm’a uygun bir yaşama ve topraklarının işgallerden kurtarılmasına yönelik istekleri ve beklentileri artarken, yöneticiler daha fazla yozlaşıp bozulmakta, dış güçlere daha fazla eklemlenmekte, Irak ve Filistin gibi ümmetin en önemli meselelerine karşı -bunları yabancıların meseleleri kabul ederek- daha fazla duyarsızlaşmaktalar.

 

Demokrasinin ve kalkınma projesine sahip merkezî devletin de olmadığı bir ortamda bütün bunlar, parçalayıp bölme planlarına daha elverişli zeminler hazırlıyor. Aynı şekilde bütün bunlar şiddeti esas alan gruplara, muhaliflerine karşı ve hatta orta yolcu İslâmî cemaatlere karşı savaşı daha da alevlendirme fırsatı veriyor.

 

Üstelik ortada, -Harun Reşid’in başkenti Bağdat’ta yaşandığı gibi- mezhebî temizlik yoluyla da olsa, Şiiliğin yayılması siyasetini benimseyen büyük bir bölgesel devlet bulunuyor. Ancak onun karşısında, bölgede dengeyi sağlayacak, birliğin ve ümmetin meselelerini savunmanın yollarını arayacak bir başka büyük bölgesel devlet bulunmuyor.

 

Eğer haçlılara ve Moğollara karşı verilen mücadeledeki tarihi rol, bugün yeniden bölgesel bir devlet tarafından yerine getirilmezse, bölge daha fazla parçalanmaya ve daha şiddetli etnik ve mezhebî savaşlara doğru yol almaya devam edecektir. İşte bu durum şu soruyu kaçınılmaz kılıyor: Bölge nereye gidiyor?

 

 

Bu makale Halil Kendir tarafından Dünya Bülteni için tercüme edilmiştir.