Bu boğazlaşmalar nereye?


 

    Ben, Sabahat Akkiraz'ın Kerbela mersiyesini dinlerken göz yaşlarımı tutamam. "Hüseyin attan düştü, sahra-i Kerbela'da..." diye başlayan mısralar, orada yaşanan vahşet ötesi şeyleri anlatır. Nasıl, nasıl yapılır bunlar dersiniz.

    Kenya'daki boğazlaşmayı izliyor musunuz?

    Devlet başkanlığı seçimine hile karıştığı iddiasıyla başlayan kabileler arası etnik savaşta, insanlar birbirini çoluk çocuk demeden katlediyor. Daha birkaç gün içinde palalarla doğranan, yakılarak öldürülen insan sayısı 350'yi bulmuş durumda.

    Boğazlaşma Ruanda'yı andırıyor, diyor gözlemciler.

    1994'te Ruanda'da, Hutularla Tutsiler arasında çıkan çatışmada 800 bin insan, yine öyle palalarla, yakılarak katledilmişti. Yollarda günlerce kaldırılamayan cesetleri köpekler yiyordu.

    Dile kolay, tam 800 bin insan.

    Burası Afrika, normal sayılır dememek lazım.

    Bosna'da, Avrupa'nın göbeğinde 250 bin Boşnak katledilmişti, 20'inci yüzyılın son yıllarında... Sırplar tarafından... Çocuklar nişangah yapılmış, hamile kadınların karnı deşilmişti.

    Irak'ta yaşananları görmekteyiz. İşgalden bu yana iç vuruşmalarda ve işgal gücünün operasyonlarında 1 milyon insanın hayatını kaybettiğinden söz ediliyor.

    Ne anlama geliyor bütün bunlar, durup düşünmek lazım.

    İşin içinde insan var.

    İnsan yapıyor bütün bunları...

    Bilinçsiz bir canavarın işi değil bu cinayetler.

    Hepsi tasarlanmış, kurgulanmış...

    Gazetelerin üçüncü sayfalarını kan gölüne çeviren cinayetleri saymaya gerek var mı?

    Orada da baş aktör insan.

    Gözleri nur gibi parlayan bir bebeğin, sonunda bir cinayet makinası haline dönüşmesini tasavvur edebilir misiniz?

    Ama oluyor.

    Allah, pırıl pırıl yaratıyor insanı... Ak bir safya gibi... Kur'an, "En güzel yaratılış" diye tanımlıyor insanın özünü...

    Sonra dünya düzeni, o pırıl pırıl varlıktan bir cani yontuyor.

    Kan döken, fesat çıkaran...

    Aşağıların aşağısına yuvarlanan...

    Bu macerayı doğru okuması lazım insanın.

    Dünyaya geliş – gidiş serüveninde doğru koordinatlar belirlemesi lazım. Yoksa her an bir felaket mimarına dönüşebilir insanoğlu.

    İnsana akıl vermiş Yaratan, his dünyası vermiş. Bu, insanın ayrıcalığı... 

    Ama aklın da, his dünyasının da önüne ışık lazım. Yol haritası lazım. Kılavuzlar lazım.

    Kılavuzlar olsun ki, tutsun insanın elinden, dünya yolculuğunda insanı güzelliklere taşısın.

    Yol haritası olsun ki, insan yolunu şaşırmasın.

    Vahiy insanın ilahi yol haritası.

    Peygamber, insanın yolculuk rehberi...

    İnsanı insan kılan, aklı ve hissi insanca bir çerçevede tutan ana disiplinler, vahiy ve peygamber etrafında örgüleniyor.

    Ya bu kan dökücü, fesat çıkarıcı insan neyin nesi?

    İşte o, aklını ve his dünyasını vahiy ikliminden uzaklaştırıp, tutkularının kulu haline getirmiş varlığı anlatıyor.

    Kur'an, insanı, tutkusunu tanrı edinme, yani tutkuların kulu olma tehlikesine karşı uyarıyor.

    Aklını köleleştirme diyor.

    Hislerini terbiye et diyor.

    Çağımız, insanın, mukaddes iklimden uzaklaştığı bir çağ oldu.

    Ve çağımız, insanın, olağanüstü güçlerle donandığı bir çağ oldu.

    Paranın gücü...

    Devletin gücü.

    Medyanın gücü.

    Silahların gücü...  Dev boyutlarda...

    Bir düğmeye bastığınızda yüzbinlerce insanı buhar haline getirebelecek teknolojik imkan var insanın elinde.

    Ne tutacak insanın elini?

    İnsanın yüreği nasıl dur diyecek vahşet yönelişine?

    Bundan sonra bu soruları daha çok soracağız. Çünkü insan eliyle gerçekleştirilen vahşet, insanı isyan etirecek bir doza yükselecek.

    Ruanda'da 800 bin insanın katledilişini, insanlığımızdan utanarak izleyeceğiz.

    Kenya'da yüzlerce insanın, kadın – çocuk demeden yakılması yüzlerimizi kızartacak.

    Bosna'daki Sırp vahşeti, çağın yüz karası olacak.

    Ve bir gün, "Neredesin?" diye sesleneceğiz.

    İnsanlık neredesin?

    Belki bir gün  "Etik değerler" diye arayacağız.

    Bir gün "İnsan hakları" diye çağıracağız.

    Bir gün "Birleşmiş Milletler'de ümit yok mu?" diye soracağız.

    Ama bir gün Halik-ı zül celalle irtibatımızı hatırlayacağız. O'nun genlerimize yerleştirdiği insanlık sınavına uyanacağız. O'ndan gelen mesaj içimizde harekete geçecek. O'nun çizdiği yol haritası zihin dokularımızda canlanacak. Ve O'nun gönderdiği kutlu kılavuzun elleriyle buluşacak ellerimiz.

    O, yaşadığı çağda Bizans Kralı'na "İslam ol kurtul" mesajı taşıyan bir mektup göndermişti.

    Bizans Kralı, o günün süper gücüydü.

    O, yaşadığı çağda, uzak – yakın, büyük – küçük insan topluluklarına ilahi mesajı ulaştırmak için çırpınmıştı.

    O'nun sesi göklerde yankılanıp duruyor.

    Bugün Hutuların, Tutsilerin, Kenyalıların, Avrupalıların, Amerikalıların, Asyalıların dünyasına insanlık iksirini taşıyacak olan yine O'nun sesidir.

    Aklın ve kalbin yeniden Rabbani merhametle buluşması gereken bir zamanı yaşıyoruz.

    İnsanoğlu'nun "Kan dökücü ve fesat çıkarıcı" damarını tedavi edecek iksir oradadır.

    Yoksa insan, kendi kıyamet bombasının fitilini kendisi ateşleyecektir. Asya'dan, Avrupa'dan, Afrika'ya kadar, bu, seyretmekte olduğumuz ölüm tarlaları, kıyamet habercisi değilse, insanlık olarak, tez elden toparlanmaktan başka çaremiz yoktur. Dileriz insan, bu insani yenilenmeyi başarsın.