Britanya kendi halkını tehlikeye atıyor


 
Britanya'ya yönelik terör tehdidiyle, hükümetin 11 Eylül sonrasında İslam dünyasında yaptıkları arasındaki bağlantıyı reddetmek bir yanılsama. Tehdit, Brown hükümeti Londra'nın Irak ve Afganistan'daki rolüne son verecek somut adımlar atana kadar muhtemelen daha da artacak

Londra sokaklarını ve metro sistemini mahveden intihar saldırılarından iki yıl sonra, Britanya resmi makamları ülkenin Kaide tarzı terör saldırılarına neden hedef olduğunu inkâr etmekte hâlâ ısrarlı. Londra ve Glasgow'daki sonuçsuz kıyım girişimlerinin sonrasında medyada katliamın kıyısından dönülen bu 'doktorlar eylemi' hakkında tüyler ürpertici haber eksiliği çekilmedi; tıpkı teröristlere karşı durmak için ulusa yönelik abartılı çağrıların eksik kalmaması gibi. The Sun gazetesi dün 'teröristlerin yüzüne sallamak' için ücretsiz bayrak dağıtırken, daha ciddi gazetelerse giderek daha fazla korkuya kapılan Müslüman toplumundan ülkeye bağlılığını göstermesi için daha çok çaba talep etmekte. Bereket, yeni Başbakan Gordon Brown'un takındığı üslup selefininkinden daha az yaygaracı.

Brown henüz umut vermedi

Brown, 'teröre karşı savaş' söyleminden ve Tony Blair'in Temmuz 2005'teki saldırılarla geçen yıl ABD'ye gidecek uçakların havaya uçurulacağı iddialarının ortaya çıkmasından sonra tercih ettiği gibi yeni bir zorlayıcı önlemler listesi çıkarmaktan kaçındı.

Ancak esasa geldiğimizde, değişen fazla bir şey yok. Brown başarısız bombalama girişimlerinin 'Britanyalı hayat tarzımıza' ve 'temsil ettiğimiz değerlere' yönelik bir saldırı olduğunda, Irak, Afganistan veya başka bir yerdeki çatışmayla 'bağlantısı' bulunmadığında ısrar etti. Bombacıların ideolojisine karşı mücadeleyi komünizme karşı verilen savaşa benzeterek, 'gönülleri ve zihinleri' fethetmek için benzer 'propaganda faaliyetleri' talep etti. Bugünlerde 'Bunun savaşla alakası yok' nakaratı medyanın geniş kesimleri tarafından keyifle dillendiriliyor. Savaş yanlısı Times ve Telegraph gazeteleri, yeni muhafazakâr yorumcuları ve terörün sadece şer bir ideolojinin ürünü olduğu yönündeki Blair-Bush mesajını yayan siyasetçilerle başı çekiyor. Buna karşı çıkıp, Britanya'nın İslam dünyasındaki şiddet içeren tavrıyla bir bağlantıdan bahseden herkes teröre karşı yumuşak biri olarak yansıtılıyor; tıpkı Avam Kamarası'nda bu hafta Müslümanların mağduriyetlerini dile getirmeye kalkıştığında Liberal Demokratlardan Nick Clegg'in kendisini içinde bulduğu durum gibi.

Brown'un Soğuk Savaş propagandasına dair sözlerinin yansıması biçiminde, köktenci İslamcı gruplardan kaçanlar bu yeni mücadelede merkezi bir rol oynuyor. Bir zamanlar Hizb ül Tahrir üyesi olan Ed Hüseyin'in çıkmadığı bir tartışma programı nadiren yayımlanırken, şimdi de Britanyalı yeni muhafazakârların gözde çocuğu, yasaklanan el Muhacirun grubunun eski üyesi Hasan Butt, tüm yaşananların 'Batı'yı yok etmeye kararlı', kimlik bunalımı içindeki insanlarla ilgili olduğunu vurguluyor, ayrıca da Londra Valisi Ken Livingstone'u İslamcılarla diyaloğa giriştiği için kınıyor ve halifeliğin yeniden kurulmasını isteyen eski dava arkadaşlarına karşı daha sıkı önlemler talep ediyor. Bu insanlar Muhafazakâr Partili Michael Gove ve İşçi Partili Denis MacShane gibi siyasetçiler tarafından el üstünde tutuluyorlar; MacShane bu hafta liberal Müslüman akademisyen Tarık Ramazan'dan Kaideci teröristlere kadar, istisnasız tüm İslamcılara karşı çıkılması gerektiğini iddia etti. Bunlar ürkütücü biçimde, devletin gözetiminde Amerika'da komünist muhaliflerin dışarı sürüldüğü McCarthy dönemini hatırlatıyor.
Elbette, Kaide ve takipçilerinin aşırı, şiddet içeren, muhafazakâr bir ideolojiye sahip oldukları son derece doğru. Fakat terör tehdidiyle Britanya'nın 11 Eylül sonrasında İslam dünyasındaki eylemleri arasındaki merkezi bağlantıyı görmeyi reddetmek sadece bir yanılsama; hem de mantığa ve tarihe aykırı türden.

Öncelikle, Afganistan ve Irak'ın işgalinden önce Britanya'da Kaide esinli saldırılar meydana gelmiyordu. Körfez Savaşı'nın ertesinde, ilki 1993'te Dünya Ticaret Merkezi'ne karşı düzenlenen olmak üzere ABD'ye karşı bu tür saldırılar yapıldı; Keşmir, Çeçenya ve Bosna'da da cihad yürütülüyordu. Fakat İslam dünyasına saldırana kadar Britanya hedef değildi. Bombacıların asıl hedefi, diyelim ki, cinsel açıdan liberal Batılı yaşam tarzı olsaydı, muhtemelen Amsterdam ve Stockholm gibi şehirlere saldırırlardı.

İkincisi bombacıların kendileri hakkında söylediklerini dinlemek şart. Tıpkı Bin Ladin'in defalarca savaşının İslam topraklarının Batılılarca işgaline ve Batı yanlısı otokrasilere verilen desteğe karşı olduğunu belirtmesi gibi, 2005'teki Londra bombacılarının kaydettikleri 'şehadet videoları' da saldırıyı gerçekleştirenlerin İsrail'e desteği ve Afganistan'la Irak'ı işgali nedeniyle Britanya'dan intikam aldıklarını düşündüklerini açıkça gösteriyor. Muhammed Sıddık Han kasetlerde, "Halkımı bombalamaya, gaza boğmaya, hapsetmeye ve işkenceden geçirmeye son verene kadar biz bu savaşa ara vermeyeceğiz" diyordu. Hükümet Irak savaşından önce teröre yol açacağı konusunda defalarca uyarıldı ve istihbarat raporlarının yanında bir dizi başka raporda da bu bağlantıya dikkat çekildi. Anketler de büyük çoğunluğun böyle düşündüğünü gösterdi.

Her İslamcı terörist olamaz

İki Iraklı, bir Filistinli ve en az iki Arap'ın daha karıştığı söylenen bu son beceriksiz bombalama girişimlerinin ardındaki nedeni tahmin etmek zor değil. Yüzbinlerce hayata mal olan savaşa destek veren siyasetçiler bu bağlantıyı örtmek isteyebilir ama geri kalanımızın aynı şekilde davranmasının manası yok.

İslamcılık Türkiye'de iktidarda bulunan AKP'den Kaide'ye kadar geniş bir siyasi akımken, yeni muhafazakârların tüm İslamcıları aynı kefeye koyup, siyasetin dışına atma girişimleri sadece terör tehdidinin üstesinden gelmeyi ve Irak'la Afganistan'da yaşanan kan banyolarına misilleme mahiyetinde sivillerin öldürülmesinin meşru olduğuna inananları yalıtmayı daha da zorlaştırır. Bu ahmaklık, işleri Müslüman toplumu içindeki terör gruplarına karşı koymak olan özel birimdekiler de dahil, üst düzey emniyet görevlilerini kızdırıyor. Batı'daki şiddet karşıtı İslamcılar aksi takdirde Kaide esinli teröre sürüklenebilecek kişilere alternatif bir siyasi kanal sunabilir. Üst düzey bir terör uzmanı "Bu yaklaşım Kaide'ye üstün gelir. İslamcılar Kaide'nin propagandasına karşı en iyi panzehire sahip" savında bulunuyor.

Britanya'nın İslam dünyasındaki tavrına bakıldığında, daha fazla saldırı düzenlenmemesi şaşırtıcı. Sonuçta bu saldırıları yapanların IRA düzeyinde bir savaş yürütmelerine daha zaman var. Fakat böylesi saldırıların sürmesi Blair'in mirasının asıl kısmını ve hem insani hem de siyasi açıdan korkunç sonuçları olan yasadışı bir saldırı savaşını başlatanlardan hesap soramayan siyasetçi sınıfının sorumluluğunu yansıtıyor. Britanya'nın Irak ve Afganistan işgallerindeki rolüne son vermek için Brown hükümeti ciddi adımlar atana kadar muhtemelen terör tehdidi daha da artacak.

Kaynak: Radikal