Coğrafyamızda yerleşik algılar hızla alt üst oluyor. Ülkeler, ulusal örgütlenmeler hatta sınırlar etnik ve sekter renge bürünerek adeta kendi coğrafyasına, hafızasına ve insanına rağmen yeniden şekilleniyor. Bu kaoitik görünümü besleyen küresel güçler olduğu gibi bu etkiye maruz olmaya müsait bir yapının olduğunu da unutmamalı.
Türkiye'deki seçim sonuçlarının sadece hükümet değişimi düzeyinde bir etkiyle sınırlı kalmayacağını sıcak gelişmelerden hissetmek mümkün. Seçim sonuçlarının hükümet değişimi düzeyinden bölgesel etkisi (dış politika) ve bu nedenle de doğrudan Anadolu'yu da ilgilendirebilecek mahiyet arz ettiği ortada. Tartışılmaz zannedilen yapıların, çizgilerin bir anda alt üst olduğu tuhaf zamanlardayız.
Bu durumda ödünç alınmış özgürlük, etnik aidiyet ve buna bağlı dini referansa sahip her oluşum şeytanlaştıran söylem yerine bu coğrafyanın gerçek sahiplerine özgü sahici bir dil, yaklaşım geliştirmek zorundayız.
Türkiye'nin güneyinde Irak ve Suriye'deki gelişmeler sadece sınır sorunu yahut komşu bir ülkelerin iç çatışması olmaktan çoktan çıkmıştı, zaten öyle olması da işin tabiatına aykırı idi.
Doğrusu öncelenmesi gereken gelişmelerin askeri boyundan çok, ki bu anlamda askeri rakipten söz etmek mümkün değil, Türkiye'de toplumsal dengelerin kaotik bir hale evirilmesidir. Toplumsal düzenin belirsizliğe sürüklenmesini tetikleyecek iki etken var; biri etnik, diğeri neoittihatçı yaklaşım.
Etnik tansiyonun yükselmesi bu toplumun yumuşak karınlarından biridir. Açık biçimde Müslüman Kürtler üzerinde geliştirilen dil, hak ve özgürlük arayışından etnik hassasiyet hatta ulusçuluğa evrilme istidadı göstermektedir. Kürt kimliği üzerinden gelişen siyasetin jeopolitik mahiyet kazanarak bölgesel operasyona dönüşmesi her an ihtimal dahilindedir. Ve bu tür önemli alt üst oluşlarda bölge dışı güçlerin sadece seyretmekle yetineceklerini zannedecek kadar saf olamayız.. Buna karşılık memlekette zaten var olan Türk milliyetçiliğinin resmi ve sivil versiyonlarının da yükselişe geçerek durumdan vazife çıkarma aymazlığına düşme ihtimali bir o kadar büyüktür.
Jeopolitik kaosun memleket içindeki karşılığı iki etnik milliyetçiliğin birbiriyle çatışmasıdır. Daha doğrusu aklıselimin yerini politik hassasiyetlerin almasıyla vicdan ve ölçünün kaybolmasıdır. Bunun doğurabileceği sonuç ise toplumsal anlamda bir “Bosnalaşma” sendromuna sürüklenmektir. Sahte korkular ve batıl davalar uğruna insanların birbirine düşman olduğu, ortak kültürün, aidiyetin ve değerlerin parçalanmasıdır. Bu durumda fiili çatışma kaçınılmazdır. Gerisini tahmin etmek zor değil.
Diğer tarafta, büyük devlet ve büyük idealler adına bir tür tarihi anakronizme düşerek neoittihatçı bir dilin yükselişe geçmesi hakkaniyet ve makuliyet duygusu ile beraber gerçeklik algısının yitimine neden oluyor. Yani, “bozgunda fetih düşü” yaşatmanın bedeli çok ağır olabilir. Oysa özellikle bu coğrafyanın hafızası, kimliği, bir arada yaşama tecrübesini sağlayacak olan, ne ödünç alınmış özgürlük projeleri ne de gerçeklikle bağını koparmış emperyal projelerdir.
Tam aksine. bu coğrafyanın tarihi ve sahici ortak değerlerinin dilini yeniden kurmak zorundayız. Bu dil, İslami söylem görünümlü heyecana mağlup olmuş gençlik sloganlarına indirgenemeyecek kadar hayatiyet arz eden yegane varlık ilkesidir.
Küresel aktörlerin sahte özgürlük alanları için bu coğrafyanın ortak değerlerini din üzerinden mahkûm etmeye çalıştığı bir dönemde din dilini yeniden kurmak zorundayız. Bu dil, ergen heyecanına teslim edilerek heba edilemeyecek kadar ciddi meseledir..
Hem politik hesap/projeleri hem de demokratik seçim kaygılarını ayak bağı olmaktan çıkarıp yeniden bu dili kurmanın vaktidir. Eğer bu coğrafyanın geleceğine Müslümanca müdahil olmak istiyorsak bölgenin kadim yerli unsuru, sahibine yaraşır sorumlulukla hareket etmek zorundayız.
Bu topraklara dair aidiyetlerini fiziken, zihnen ve en önemlisi kalben yitirmiş olanların uçuk tahriklerine kapılma lüksümüz yok. Bu dil ne tarihten, kültürden, gelenekten kopuk, din adına bölgeyi rehin alan uluslararası boyut kazanan yapılar, ne seküler ulus devletin yedeğine verilmiş Müslümnacı retoriğin yansımasıdır.
Yeni bir dönemin eşiğinde geçmişin muhasebesine dayalı bir gelecek ufku ancak bu toprakların sahici dili ile kurulabilir.. <<DEVAMI>>