Böyle de konuşulmaz ki (!)


 
 
'Homo sapiens' bir göçerdi. Yeri yurdu belirsizdi. Nerede beslenebilirse oraya gider, nereye sığınabilirse oraya kaçardı. Ama nesneleri işlemeye elverişli bir zekásı vardı. Taştan gereçler, deriden giysiler, balçıktan sığınaklar yapardı.

Türdeşleriyle bir araya geldi. Topluluklar oluştu. Topluluk büyüdükçe işbölümü uç verdi.

'Tarihin eşiği'nde 'tarih öncesi topluluk'tan 'tarih'e yumuşak geçiş yapıldı. Dağınık bir insan topluluğu topluma/oymaklara dönüştü. Herkesin uyacağı kurallar, yaptırımlar ile denetim düzenekleri boy verdi.

Topluluğun 'toplum'a dönüşmesi bir evrimdir. Binlerce yıl ister.

Bir toplumun 'ulus'a dönüşmesi de öyle. Yüzlerce yıl ister.

Ulus olabilmek için, ilkin bir 'ortak dil' ve 'dil bilinci' gerekir. Kültür varlığınız ve dünyanız, sözcük sayınızla doğru orantılıdır. Ne kadar sözcüğünüz varsa o kadar dünyanız vardır. Kendi toprağında sözcükler/terimler/kavramlar üretecek, geleceğe daha zengin bir dil aktaracak yerde, yabancı sözcüklerin egemenliğine boyun eğen bir toplumda dil bilincinin bulunduğu söylenebilir mi?

İkinci olarak, ulus olabilmek için bir 'ortak tarih' ve 'tarih bilinci' gerekir. Tarih yazan, yapana bağımlıdır. Yazan, yapanı boyunduruğuna almışsa, olaylar neden-sonuç bağlantısı içinde irdelenmiyorsa, tarih bilinci oluşmaz; tarihten ders alınamaz. 'Tarihin tekerrürü' kaçınılmaz olur.

Üçüncü olarak, bir 'ortak yurt' ve 'yurt bilinci' gerekir, ulus olabilmek için. Yalnızca üzerinde oturulan toprak değildir, yurt. Geleceğe altıyla üstüyle daha zenginleşmiş olarak teslim edilecek bir değerdir. Ormanları yok edilen, toprakları zehirlenen bir ülkede bu bilincin yeşerdiği söylenebilir mi?

Tutalım ki bu üç bilinci de edindik. Ulus olduk. Yine yetmez.

'Uygar ulus' olabilmek için bir koşul daha var: 'Ortak hukuk' ve 'hukuk bilinci'.

'Kamuoyu demokrasileri'nde bu son bilinç öylesine güçlüdür ki, iktidarları geri adım atmaya zorlar.

Faşist İtalya'daki 'Zorunlu Göç Yasası'na göre, valiler, yoksul güneyden varsıl kuzeye gelenleri, suç patlamasını önlemek için, il sınırlarının dışına çıkarabiliyorlardı. Demokrasiye geçilince, Anayasa Mahkemesi (AYM) Yasayı iptal etti. AB'nin kurucularından halkın sevgilisi Başbakan De Gasperi, gereksinme olduğu gerekçesiyle aynı Yasayı yeniden Meclisin önüne getirdi. Bunun üzerine AYM Başkanı Prof. Dr. De Nicola, gereksiz bir yargı organının başında olmaktansa sıradan bir birey olmayı yeğlediğini belirterek doğum yeri Napoli'ye çekip gitti. Üyeler onu izledi. İtalya'da kıyamet koptu. Genel greve gidildi. Yargı kararına uymayan hükümet, yasa tasarısını geri çekmek zorunda kaldı. Başbakan De Gasperi Başkan De Nicola'dan özür diledi. Sorun, yargının bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin zaferiyle bitti.

1966'da Faslı savaşçı Ben Barka Fransa'da öldürüldü. Adalet Bakanı, olaya el koyan sorgu yargıcından işin çabuklaştırılmasını istedi. O kadar. Yargıç, bu olayı Le Monde'da çıkan yazısıyla cümle áleme duyurdu. Kıyamet yine koptu. Bakan yitirdi.

Homo sapiens'in uygar uluslardaki serüveni bu. O, şimdilerde 'hiper demokrasi'ye hazırlanıyor.

Bize gelince, bunları her gün yaşarsınız. Ama çıt çıkmaz.

Geçen hafta, özenli konuşmasıyla tanınan TBMM'nin Sayın Başkanı, AYM'den herkesi rahatlatan, ülkedeki istikrarı bozmayan bir görüş üretmesini istedi. Hem savcıların iddialarını ciddiye alanların kaygıları giderilmeliydi, hem de parti kapatmalarında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin hükümleri ve Venedik Komisyonu ölçütleri gözetilmeliydi.

Demek, yazılı hukuk bir yana bırakılmalıydı, öyle mi?

Besbelli ki, Sayın Hukukçu Başkan, meslekten gelen yargıçlar ile hukukçu olmayan jüri üyelerini birbirine karıştırıyordu.

'Talihsiz değerlendirme' diyenlere de, Sayın Başkan, sözlerinin muhatabının Mahkeme değil, bilim insanları olduğunu söyledi. Keşke hiç konuşmasaydı. Çünkü tüpten gereksiz çıkan sözleri, tüpe sokmaya yetmedi bütün bunlar.

Derken, Yüksek Seçim Kurulunun (YSK) Sayın Başkanı, olasılıkla önüne gelecek bir konuda '...milletvekili seçilmelerine engel yok...' dedi ve vereceği hükmü önceden açıkladı. Oysa yargıçlar, bırakınız on bir yargıçla verilecek bir kararda, tek başına verecekleri bir kararda bile önceden görüş açıklayamazlardı.

Sayın Başkan bunu teknik bir yaklaşım olarak açıkladı. Ama gazetecinin tüpten zamansız çıkarmayı başardığı sözlerini tüpe sokmayı beceremedi, beceremezdi de. Keşke o da hiç konuşmasaydı.

Gerçi YSK'da bu ilk kez yaşanmıyordu. Daha önceki bir Başkan da 'Çanakkale'deki, Sakarya'daki şehitleri düşünerek karar vereceklerini' söylemiş, böylece yorumbilime, yeni bir yorum aracı ve türü ekleme dehasını göstermişti (?!)

Haftanın ilk günü, bir başka sayın yargıç, telefonlarının dinlendiğini söyledi. Elbette üstüne hemen gidilmesi gereken bir skandaldı bu. Ancak sayın yargıç, haftanın son günü, 'Herkes ayrı bir mahkeme. Çünkü bununla ilgili bir sıkıntı var içeride' dedi.

İyi de nasıl bir sıkıntı olabilirdi ki? Yargı bağımsızlığının bir boyutu da bir yargıcın bir başka yargıcın görüşüne bağımlı olmaması değil miydi? Bunun bir 'sıkıntı' olarak algılanmasının anlamı ne olabilirdi ki? Tüpten çıkan bu sözler, tüpe sokulabilir miydi?

Keşke hiçbiri konuşmasaydı. Ama konuştular, işte.

Ve onlar konuştukça, hukukta da geçerli olan doğa yasası hükmünü yürüttü: 'Olmuş olmamış sayılmaz (ki!): factum infectum fieri nequit'. Böyle de konuşulmaz ki (!)

Böyle konuştukça kaçınılmaz nedensel sonuçlar da doğdu: Adalet/hukuk durmadan su aldı; yargı da yara.

Tutalım ki, bu ülkenin hukukçuları, yargıçları böyle.

Ya kamuoyu?

O, hep seyirci.

Ya hukuk bilinci?

O ise, ortada yok.

İnsanı asıl, bu yokluk kahrediyor.

Batılı 'homo sapiens' de, türdeşi Türk 'homo sapiens'i işte tam da bu noktada hizasına gelmesi için bekleyip duruyor.

Hem de, yasa yapanların ve uygulayanların bilmesi gereken Türk Ceza Yasasının 277. ve 288. maddelerine karşın.

Gerçekten, neler oluyor bizlere? Bizler, daha ağırbaşlı, daha dikkatli olamaz mıyız?

Adalet, ona yabancı en küçük bir madde ile kirlenen bir değerdir.

Onun arı duru olması için bağımsızlığa gereksinmesi var. İzninizle burada, söyleyemediklerimi içime gömerek, adalet ve hukuk için, söz hakkımı kullanmak istiyorum: Kesin karar öncesi kimse görüş açıklamasın, 'yargı bağımsızlığı ilkesi'ni çiğnemesin; adalete gölge düşürmesin.

Lütfen.
 
 
Kaynak: Star