Can Dündar'ın yazısını okumayanınız herhalde kalmamıştır. Sayın Dündar'ın ve dostlarının gözleri terörü protesto eylemlerinde başörtülüleri aramış ama ne hikmetse görememişler.
Boş yere aramayın Sayın Dündar, onları göremezsiniz! Aslında şehit cenazelerinin karelerine baksanız bal gibi görürsünüz ama görmek istemezsiniz. Onlar, her karede ve ülkenin her köşesinde bir tabuta sarılmış ağlamaktadır. Onlar bazen bir şehit anası, bazen kızkardeşi bazen de geride bıraktığı eşidir. Onların ne hikmetse başları hep örtülüdür. Onların şovla geçirecek ne hali ne de vakti vardır. Onlar bu işin çığırtkanlığını yapmazlar, gerekirse bu vatan için canparelerini toprağa verir, acılarını içine gömerler. Şehitliğin manasını ve gururunu da ancak onlar bilirler.
Gerçek olur mu?
Bir Türkiye özlüyorum. Savaş uçaklarının bir kardeş ülkeye kalkmasına gerek olmayan bir Türkiye. Değil binlerin, tek bir canın yanmadığı bir Türkiye. Sınırın ne tarafında olursa olsun ayakkabısız çocukların bomba tozları altında çil yavrusu gibi dağılmadığı bir Türkiye sınırı hayal ediyorum. F-16'ları havalandırmayı gerektirecek bir PKK'nın olmadığı bir Türkiye. Dağa çıkanları olmayan, "Niye çıkalım ki!" diye omuz silkenlerin Türkiye'sinin rüyası benimki... Terörist olmaya adayların, PKK kamplarınca değil, sivili ve askeriyle Devlet Baba tarafından kucaklandığı bir ülke hülyası bu. Köyünü, bayırını, bölgesini şereflendiren komutana meramını arz ederken, "Git de önce Türkçe öğren, sonra iste suyu, yolu" diye terslenmeyen yaşlı Güneydoğulu kadının hayalini kuruyorum ben. Niye terslensin ki? O da bu ülkenin vatandaşı. Niye su, yol istesin ki? Bodrum'da, Kuşadası'nda, Balıkesir'de akan su, onun çeşmesinden de akıyor çünkü. Yol, yol oluyor, çocukları okuyor, eşkiya değil, adam oluyor çünkü. Niye azarlansın ki? Derisinin rengi, şalvarının şekli, aksanının ağırlığı ne olursa olsun onu kucaklayan bir Devlet Baba'sı var çünkü...
Hayal işte... Değil sekiz askerin, birinin bile kaçırılmadığı, terör örgütünün eline düşmediği bir Türkiye. İşi sınırları korumak olanın sınırı koruduğu bir Türkiye. Siyasetin siyasetçiye bırakıldığı bir Türkiye. Başörtülü kadını görünce, sabah kahvesi, beş çayı, fis-kos masası malzemelerini çağrıştıran bir edayla, kırmızı halının ötesine sıçrayıp başörtülü First Lady'yi "reddetmekle" meşguliyeti, sınırdaki ana kuzularını korumaktan önemli saymayanların Türkiye'si. "Bayan Gül'e selam çakmamak kurtardı mı vatanı?" diye okurumun sormadığı bir ülke... "Nerede, hangi şehirde Peygamber'i kim, nasıl andı"yla meşgul olmaktansa, sınırdaki sekiz kuzuyu PKK'ya "kaptırmayan" bir Türkiye. Zira "Peygamber'den bir zarar gelmez bu ülkeye. PKK'dır senin düşmanın" derler yoksa. Başka bir okurun dert yandığı gibi "Nasıl oluyor?" diye kafaların karışmadığı bir Türkiye hayalindeyim. "Ordu'nun istihbaratına, milletin vergisiyle oluşan bütçesine ve bunun sağladığı imkânlara rağmen bir sınırın korunamamasının" gerçekten çok uzak, ancak kötü bir kâbus olarak kaldığı bir Türkiye... Orada, şehidine ağlayan insanına, yeni Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın eşi de türbanlı, 003 plaka da türbanlı haberini "sokuşturan" gazete de yok zaten. "PKK, MKK, şimdi bununla meşgulsun amma! Unutma ki "türban" var, dönüp dolaşıp bununla uğraşacaksın!" mesajını bilinçaltına veren medya patronu da yok zaten. Zira herkes mert, herkes dürüst. Sağ gösterip sol vurmanın zul, işinin ehli olmamanın sakil, inanmadığını söylemenin yüz kızartıcı suç olduğu bir ülke bu. Hayal işte...
Amerika yanıyor!
ABD'nin batı eyaletlerinden California bir haftaya yakın süredir cayır cayır yanıyor. İnsanoğlu çaresiz bekliyor. Eyaleti boydan boya örten kadife yeşillik, kuru hava, yüksek sıcaklık ve kızgın yaprakların bileşimiyle ateşe dönüşüyor. Katrina'yı hatırlayın. Bundan iki sene önce Louisiana eyaletindeki seli hatırlayın. Yüzde doksanı zenci Amerikalılardan oluşan New Orleans şehri sular altında kalmış, Bush yönetimi yaraları sarmakta ihmalkâr davrandığından yerden yere vurulmuştu. Amerika gibi bir süper güçle ilintilendirilemeyecek görüntüler ekranlara yansımıştı: İnsanlar şehir stadyumunda mahsur kalmış, sokaklarda cesetler kokuşmuştu.
California'daki durum da buna hem benziyor, hem de hiç benzemiyor. Bu seferki afet, Amerika'nın en zengin bölgelerinden birini, California'yı, meşhur Malibu'yu, Los Angeles eteklerini, dünyanın cenneti olarak kabul gören San Diago'yu, toplam bir milyar sekiz yüz onüç milyon metrekareyi kül etti. Bin altıyüz ev yok oldu. Bir milyon Californialı evlerini boşalttı. Stadyumdaki önceki manzara kendini şimdi California'da tekrarladı. Bu sefer beyaz adam stadyumu doldurdu. İnsanlar gözlerinin önünde yanan evlerinden ne toparlayıp çıkartabildilerse, onlarla birlikte buraya yerleştiler. Hâlâ yaşadıkları şokun tesirinde gözüken bir çoğu, gerçekle yüzleşecek durumda değil henüz. Uydu resimleriyle rahatlıkla gözlenen kırmızı canavar tamamen keyfi bir sıralamayla dilediği evi yuttu, dilediğine dokunmadan yoluna devam etti. Etmekte de. Yirmi sekiz bin ev hâlâ yok olma tehlikesi altında.
İnsan endişeli, şaşkın ve düşünceli, seyirci kalıyor ancak. Bir millete musibet böyle gelirmiş demek. Yenilmez, yıkılmaz Amerika olsa bile. Akledene ne ibretler sunuyor değil mi?
Kaynak: Vakit