Bölgesel bir güç olarak Türkiye

Aslında yeni bir şey yok. Türk diplomasisi, Ankara'da AK Parti hükümetinin izlediği pratik ve dengeli politikaları sayesinde daha fazla başarı elde etmeyi sürdürüyor.
 
Bölge sorunlarında ve dosyalarındaki bu Türk varlığını açıklama noktasında meşhur 'boşluğu doldurma' teorisi, Türkiye'nin bölge konularına bazen arabulucu ve bölge çalışma takviminin yazılmasında temel katkıcı olarak dalma boyutunu gözler önüne seriyor. İran'ı da unutmayın. Keza Arap yokluğu gölgesinde bölgeye egemen olan üçüncü bir kol olarak İsrail'i de. Bütün bu yaşananlarda dikkat çeken husus siyasî, askerî ve özellikle de diplomatik olarak açık Arap iflasıdır. Bu iflas, Türkiye'nin Şam ile Bağdat arasında arabuluculuk hattına girişinde somutlaşıyor. Haber ajanslarının dağıttığı Kahire'de bir hafta önce Arap Birliği binasından Hoşyar Zebari'yi Velid el Muallim'le bir araya getiren meşhur dörtlü fotoğrafın yansıttığı da bu. Fotoğrafta Zebari ve Muallim karşı karşıya otururken Ahmet Davutoğlu ve dördüncüleri Amr Musa, ev sahibi olarak aralarında oturuyor.

Amr Musa'ya 'ev sahibi' dedik. Çünkü mikrofonları gürültüyle, süslü ancak boş sözlerle dolduran bu adam, Arap dengeleri oyununa boyun eğdi, Arap Birliği'ni ve organlarını geliştirme düzeyinde dahi kayda değer hiçbir başarı elde etmeksizin on yıla yaklaşan görevinin tadını çıkardı. İki Arap ülkesi arasında 'dış' arabuluculuk içinde kendileriyle fotoğraf çektirmek için oturan bir ekstradan ibaret olmayı kabul ediyor. Ankara'da yarın yapılacak arabuluculuk oturumlarını protesto etme veya katılmama tehdidinde bulunmuyor. Hatta şaşaalı bir şekilde 'müjdeyi' vermek, Suriye-Irak krizinin çözümü etrafındaki görüşmeleri izlemek için 17 Eylül'deki 'dörtlü' siyasî toplantıya katılacağını belirtmek üzere karşımıza çıktı.

Burada amacımız Arap Birliği'ni yermek veya eleştirmek için fırsat kollamaktan çok Arap sorunlarında büyüyen Türk rolüne işaret etmek. Bu rol, bazı Arap rejimlerinin iç işlerine direkt müdahale etme peşinde değil. Aksine bu rol, çoğunluğu en basit yükümlülüklerini bırakan bu rejimler tarafından ilan edilmiş acizliğin üzerini örtmek ve aynı zamanda İran'ın bu sorunlara elini uzatmasının önünü kesmek için dikkat çekici şekilde bir Arap talebi oldu. Zira bölgesel rol oynamakla suçlanan Tahran, Washington'la müzakerelerde elinde Arap bölgesinden daha fazla kart toplamak için Arap iç işlerine müdahale etmekten çekinmiyor.

İşte trajedi de burada saklı. Çünkü hepsi olmasa da Arap rejimlerinin çoğunluğu, kendilerini etki ve karar alma halkası dışına çıkaran, Ankara, Tahran ve Tel Aviv'e üstünlük veren bu tuhaf mantığı onaylıyor. Bu bölgesel üçlü güçlü, etkin, siyasî, askerî ve ekonomik güce sahip. Esasında bu ülkelerin Lübnan hariç hiçbir Arap ülkesinde bulunmayacak derecede demokratik ülkeler olarak nitelenmesi mümkün.

Durum buyken Ankara'nın 1 Ekim'de yapılması kararlaştırılan İran nükleer dosya etrafındaki görüşmelere ev sahipliği yapmak için ilerlemesinde bir gariplik yoktur. AB dış politika yüksek temsilcisi Javier Solana, Türkiye'nin bölgeyi vuran, güvenliğini ve istikrarını tehdit eden birçok sorunun ve dosyanın geleceğini etkileme gücü ve rolünün önemli aşılamaz temel bölgesel aktör haline geldiğini itiraf etti. Hayranlık uyandıran başarılı bu Türk diplomasisinin dayandığı bir sır veya hazır özellikler yok. Çünkü esasında bu diplomasi dengelemeye, hikmete ve sorunların içeriğinin okunmasındaki ileri görüşlülüğe dayanıyor. Aynı zamanda ulusal çıkarlardan ödün vermemesine, seçim sandıkları kanalıyla gelen halk desteğine, ister süper güç olsun ister İsrail gibi küstah bir devlet olsun başkalarıyla ulusal saygınlıkla karışık cömert bir ilişki kurmasına dayanıyor. Ürdün gazetesi El Rey 16 Eylül 2009
 
Kaynak: Zaman