BM veto yetkisi ve imtiyazın kaldırılmasına doğru

Cumhurbaşkanı François Hollande, 24 Eylül’de, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada Fransa’nın, Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinin kitle imha silahları söz konusu olduğunda veto yetkilerinden toplu olarak feragat etmeye karar verebileceğine ilişkin bir “code de conduit yani karar alma ve uygulama adabı yönetmeliği”nin yürürlüğe konması gerektiği yönündeki tutumunu yineledi. Bu öneri daha önce Dışişleri Bakanı Laurent Fabius tarafından Le Monde’da dile getirilmişti.

François Hollande’ın konuşmasını Le Monde’un internet sitesinde değerlendiren meslektaşlarımız ve profesör dostlarımız Anne Thida Norodom ve Pierre Bodeau’nun böyle bir önerinin uygulanabilirliği konusunda çekinceleri vardı: “Güvenlik Konseyi’nin hem anakronik hem antidemokratik nitelikli hiçbir reformu bu imtiyazı ortadan kaldıramaz” diyor ve somut bir çözüm sunmadan bu zorluğun nasıl aşılacağını merak ediyorlar. Asıl mesele, 1999’da NATO’nun Sırbistan’a yönelik illegal müdahalesinden kısa bir süre sonra Birleşmiş Milletler eski Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından ortaya konulan ikilemi çözmekten başka çare olmamasıdır. Bu ikilem, bir taraftan uluslararası düzenin payandası olan devletlerin egemenliğine saygı göstermek mecburiyetinde olmak; diğer taraftan göz göre göre yeni Srebrenitsa veya yeni Ruanda hadiselerinin yaşanmasına izin veremeyecek olmaktır.

Son çare olarak güce başvurma yetkisi

Uluslararası ilişkilerde silaha başvurulmasının önüne geçilmesi ve İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Birleşmiş Milletler Sözleşmesi ile yürürlüğe konan ortak güvenlik sisteminin ne pahasına olursa olsun korunması gereken yüksek değerler olduğu konusunda herkes hem fikir. Elbette Güvenlik Konseyi mükemmel bir örgüt olmaktan uzak ve temsil kabiliyetini reforme etmek-ıslah etmek ve özellikle sivil toplumun, barış konusuna ve uluslararası güvenlik meselelerine yönelik fikir bildiren diğer taraflara katkıda bulunmaya ilişkin çalışmalarını, daha da genişleterek geliştirmek iyi olur. Fakat asıl mesele bu değil. Asıl mesele, Güvenlik Konseyi’nin, insani sonuçları itibariyle barışın ve uluslararası güvenliğin tehlikeye atıldığı durumlara karşı harekete geçmesini her seferinde daimi üyelerden birinin engellemesiyle güvenilirliğini (dolayısıyla bütünüyle ortak güvenlik sisteminin önemini) kaybettiğini görmemektir.

Veto yetkisini savunanlar, kullanılma biçiminin devam ettirilmesini haklı çıkardığını ileri sürüyorlar. Fakat 2000’li yılların başında veto yetkisinin kullanımıyla ilgili analizler böyle bir imtiyazın tam tersine gayrimeşru bir niteliğe sahip olduğunu gösteriyor. Veto yetkisine sahip her üye, yetkilerini esas olarak kötü gerekçelerle kullanıyor. ABD veto yetkisini hemen hemen tamamı İsrail-Filistin çatışmasıyla ilgili girişimleri önlemek için on bir defa kullanmış. Rusya çoğunlukla kendi doğrudan çıkarlarını veya müttefiklerinin çıkarlarını korumak için yedi defa kullanmış. Gürcistan ve Suriye çatışmalarına, Myanmar’daki veya Zimbabwe’deki duruma yönelik olarak. Çin’e gelince, Myanmar’daki cuntayı, Zimbabwe’deki Robert Mugabe’yi ve Beşar Esad’ı himaye ettiği toplam beş vetosu var.

Kısacası veto, bu yetkiyi kullanan ülkelerin, gerek kendi vatandaşlarının haklarını ihlal etmekle suçlanan müttefiklerini korumaları; gerekse nüfuz bölgesindeki [étranger proche yani bağımsız devletler topluluğu vb.] daha doğrudan çıkarlarını gözetmeleri anlamına geliyor. Fransa, kendi hesabına, 1989’dan beri veto yetkisini kullanmadı. Fakat daimi dostu ve müttefiki (iddia sahibi olduğu bölgede demokratik hukuk devleti kurma arzusuyla övünç duyan) Fas’ın ricalarını kıramayarak, veto imtiyazını, Birleşmiş Milletler Batı Sahra Referandum Misyonu (MINURSO) tarafından bir “haklar bildirgesi” bileşeninin tesis edilmesini engelleme yönünde kullanmakla (gerekçelerini anlamaya çalıştığımız) tehdit etmiş olduğu 2012 tarihine kadar o da eleştiriden muaf tutulamaz.

Hiçbir çözüm üretmeyen veto yetkisi

Vetonun, Güvenlik Konseyi’nin tümüyle yetki alanı içinde ortaya çıkan sorunları müzakere edip karar vermesini ve dolayısıyla haklı müdahalesini engellemek dışında hiçbir işlevi yok. Barışı ve uluslararası güvenliği temin etmekten uzak olan veto yetkisi, bilakis bunları tehlikeye atıyor. Çünkü Konsey’in etkisizliği krizlerin büyümesine ve daha da istikrarsızlaşmasına yol açıyor. Bugün, devletlerin çıkarlarını, yalnızca daimi üyelerin değil elbette, kurban etmeden Birleşmiş Milletler’in etkili eylemlerinin sürdürülmesine imkan tanımak, barış lehine daha sofistike güçlerin denge sistemini enine boyuna düşünmek gerekiyor.

Şimdilik veto yetkisinin tamamen kaldırılması yerine Fransa’nın “code de conduit” önerisi kabul edilebilir görünüyor. Güvenlik Konseyi daimi üyeleri, suçun niteliğine bağlı olarak, bağımsız bir örnek üzerinde belirlenecek bir prosedüre göre veto yetkilerini kullanmaktan peşinen feragat ederler. Fakat yine de Laurent Fabius tarafından önerilen “gerçekçi” istisnanın nasıl işlev göreceğini anlamak yani “söz konusu yasanın Konsey’in daimi üyelerinden birinin ulusal ölçekte hayati çıkarları söz konusu olduğunda hariç tuttuğu durumları” anlamak zor. Bu “hayati çıkarlar”ın nelerden ibaret olduğunu belirlemeyi ve söz konusu hayati çıkarları etkili bir şekilde belirleyen prosedürlerin tarafsız olarak karar vermeye imkan tanıyıp tanımayacağını bir kenara bırakırsak, arka kapıdan vetoyu yeniden kullanıma sunmaktır bu. Devletin hayati çıkarları ile kitlesel katliamın kurbanı olan insanların hakları arasında bir denge kurmak gerekmez mi? Gerçekten de Suriye olayı akla şu soruyu getiriyor: “Kitlesel katliam” yapılmasını mı beklemeliyiz? Bir hükümetin, barışçı göstericilere ateş açmaya ve tüm karşıt görüşleri bastırmaya başladığı andan itibaren, Güvenlik Konseyi’nin durumun kötüleşmesini etkili bir biçimde önleyebilmek için harekete geçebilmesi gerekir.

Veto yetkisinin kaldırılması veya kullanımının sınırlandırılması, Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın ıslah edilmesine ilişkin çok geniş bir gündemin parçasını oluşturuyor. Birleşmiş Milletler Sözleşmesi, kendilerini dünya vatandaşı olarak gören ya da görmeyen tüm ülkelerin vatandaşlarını ilgilendiriyor. Birleşmiş Milletler’in etkililiği, uluslararası barışın korunmasında, soykırımların önlenmesinde veya iklimsel ısınma ve felakete yol açan sonuçlarına karşı mücadelede olmazsa olmaz koşuldur bugün. Sivil toplumun, şimdiye kadar olduğundan daha fazla, sorunlara farkındalık sağlayarak, kamuoyunu bilgilendirme kampanyaları düzenleyerek ve çözüm arayışındaki yöneticilerle lobi faaliyetinde bulunarak Birleşmiş Milletler’in reformu meselesine el koyması gerekiyor. İmtiyazlar çağı geçmişte kaldı. Bugün artık ister güçlü ister gelişmiş olsun herhangi bir ülkenin çıkarlarının diğerlerini tahakküm etmesi kabul edilemez. Uluslararası toplumun da demokratik çağa yeniden kavuşturulması gerekiyor.

Kaynak: Le Monde, Olivier de Frouville

Dünya Bülteni için tercüme eden Muhsin Korkut