Davos eşrafı hep Soros ve Stiglitz gibi negatif ve ideolojik kişileri vitrine çıkartırlar. Çünkü kendileri de ideolojiktir. Ayrıca 'entelektüel olmak için' kötümser olmak da gerekir. Eşraf da iyice kötümserdir.
Ama bu arada bir de akıl ve mantıkla konuşan iktisatçılar da vardır. Onlar Davos vitrininde yer bulamazlar.
Bugün, The Economist dergisine bu hafta özel bir yazı yazan, son yıllarda en çok saygı duyduğum birkaç ekonomistten biri olan ve şu anda IMF başekonomisti olarak görev yapan MIT öğretim üyesi bir Fransız, Olivier Blanchard'ın, krizle ilgili akıl ve mantık dolu analizini gündeme getireceğim.
Blanchard analizine ilginç bir başlık atmış: 'Şu anda nerede ise korkumuzdan başka korkulacak bir şey yok!' Analizini kısaltarak buraya alıyoruz.
Blanchard'a göre, 'Kriz belirsizlik getirir, belirsizlik davranışı etkiler, bu da krizi besler: Eğer belirsizlik ortadan kaldırılabilse idi, zararın bir kısmı baki kalırdı, ama, kriz büyük çapta ortadan kalkardı!'
Bugün Vix Endeksi denen ve hisse senedi piyasasında volatiliteyi ölçen endeksten, büyüme tahminlerindeki büyük farklılıklara kadar ve hatta belirsizlik kelimesinin medyada kullanım frekansında artışa kadar her şey zirveye çıkmış durumda. Sadece objektif belirsizlik değil, iktisatçıların 'Frank Knight belirsizliği' dedikleri subjektif belirsizlik de gündemde.
Objektif belirsizlik 'bilinen bilinmeyenler' ile ilişkili, halbuki subjektif belirsizlik 'bilinmeyen bilinmeyenler' ile ilgili. İkinci tür belirsizlik ortamında ortaya, 'paralysis', yani tüketicilerin, yatırımcıların ve şirketlerin 'donması' çıkıyor. Böyle bir ortamda 'better safe than sorry' denen tür, 'pişman olacağıma sağlamcı davranayım' yaklaşımı gündeme gelmekte. Bu tür bir yaklaşım bireyler için doğru olsa da, makroekonomik sonuçları çok kötü. Bu tür yaklaşım gelişmiş ülkelerde kredi krizi ve gelişen ülkelerde de dışa sermaye kaçışı yaratıyor. Böylece son üç ayda gördüğümüz dramatik talep daralması etrafı sarıyor. Kişiler ve şirketler varlık ve servetlerinin bir kısmını kaybettikleri için ve belki daha sonra daha da büyük bir kriz ortaya çıkabileceği için, el frenlerini çektikleri anda talep düşüyor, üretim duruyor ve içine düştüğümüz resesyon gündeme geliyor.
Bu durumda ekonomi politikasını belirleyenler ne yapmalı?
Birinci yapılması gereken, belirsizliği azaltmaya girişmek. Bunu yapabilmek için, portföy tarafında, sorunlu varlıkların fiyatlarının oluşmasını sağlamak, en azından sorunlu varlıklar için bir taban fiyat oluşturmak gerekli. Bu varlıkları da bilançolardan çıkarmak gerekli. Tüketim tarafında ise para politikasından maliye politikasına kadar, her türlü silah ile depresyon olasılığı ile savaşmak gerekli, bu nedenle devlet geleceğe dönük her türlü vaadi verecek. Ancak politikaların açık seçik ve kararlı olması gerek.
İkinci yapılması gereken, portföylerde riskli varlıklara fon akımı sağlamak gerekli. Burada da standart reçete özel finans sistemi bilançolarına sermaye yatırmak. Ama eğer insanlar riskli varlıklara yatırım yapmıyorsa, mesela sadece ABD Hazinesi kağıdı alıyorlarsa, ABD Hazinesi kağıt satıp o fonlar ile kendisi gereken delikleri tıkamalı. Hatta bu fonların bir kısmını gelişen ülkelerden kaçan sermaye çıkışları yerine kendisi geri aktarmalı. ABD Merkez Bankası kabaca swap işlemleri ile zaten bunu yapmakta.
Üçüncüsü, talep tarafında tüketici ve şirketlerin 'bekleyelim, görelim' davranışını azaltmak gerekli. Ve onları daha fazla harcamaya itemiyorsak devlet kendisi harcamalı. Yarın yerine bugün satın almak için teşvikler (Fransa'da yapılıyor), altyapı yatırımlarına harcamalar (Obama paketi) gibi girişimler gerekli. Doğru planlanır ve uygulanırsa bu tür politikalar durağan talebi canlandırabilir.
Politika belirleyicileri kararlı görünürse, tüketici ve şirketler davranış değiştirecek ve ölmüş olan talep yeniden canlanacaktır. Bu da bir yıl içinde reel canlanmayı getirir. Şimdi Blanchard'ın söylediklerini ülkemize aksettirelim. Blanchard'ın söylediklerini zaten 2001 krizinde büyük çapta yapmıştık. IMF ve Dünya Bankası da finansman sağlamıştı.
Bugün, 2008 üçüncü çeyrekte, devlet tüketim ve yatırımda harcamaya başladı. Büyümeyi 1.5 puan yukarı itti. 2008 dördüncü çeyrek sayıları da eminim benzer şekilde kamu tüketim ve yatırım harcamalarında artış getirecek. Eminim bu hem yaklaşan seçim ortamı hem de makroekonomik nedenlerle yapılıyor. Medyadaki 'tuhaf' kişilerin tüm dünya kamu harcamalarını artırırken bizim hükümetin harcama artırma çabalarına fren yapmaya çalışmaları, 'özelleştirme geliri ile bütçe tutturuldu gibi feryatlar 'komik ötesi' (bütçede çok büyük delik ve kamuda çok büyük borç oluşmadığı sürece)!
Ama hükümetin de, IMF ile anlaşmanın neden derhal yapılması ve belirsizliğin azaltılması gerektiğini görerek, acilen bu adımı atması son derece isabetli olur diye düşünüyoruz. Sanayi Bakanı, dostumuz Zafer Çağlayan'ın, Merkez Bankası'nı hırpalayan 'Kemal Sunal benzetmeleri' ise belirsizliği azaltıyor mu, yoksa artırıyor mu?
Akşam