Şu sıralar toplum bir kez daha Ergenekon davası etrafında bölündü. Bazılarımıza göre 'Ergenekon soruşturması' adı verilen şey, bir 'muhalifleri sindirme operasyonu' bazılarımıza göreyse...
Şu sıralar toplum bir kez daha Ergenekon davası etrafında bölündü. Bazılarımıza göre 'Ergenekon soruşturması' adı verilen şey, bir 'muhalifleri sindirme operasyonu' bazılarımıza göreyse 'Türkiye'nin demokratikleşme sancılarının bir adli soruşturmaya dönüşmüş hali.'
Hangisi doğru?
Birinci tezin doğru olup olmadığını anlamak için bir konuda karar vermemiz gerek: Düşünceyi ifade özgürlüğünün sınırı...
Diyelim İlhan Selçuk, Cumhuriyet'teki köşesinde, 'Asker darbe yapmalıdır' diye yazıyorsa, bu düşünceyi ifade özgürlüğü müdür, değil midir?
Aynı köşede, 'Daha ne bekliyorsunuz, dinci darbe bütün Aydınlanmacıları tepelerken olup
biteni seyir mi edeceksiniz?' denilerek asker darbeye yapmaya kışkırtılıyorsa, bu ifade özgürlüğü müdür, değil midir?
Bir emekli orgeneral karşısında onu dinleyen üçyüz-dörtyüz kişiye, 'Cumhuriyet elden gidiyor, Cumhuriyeti koruma kollama görevi olanlar görevlerini ihmal ediyor' diyorsa, bu ifade özgürlüğü müdür, değil midir?
Bu sorulara verilecek cevap, bir kısım Ergenekon sanığının durumunu açığa kavuşturacaktır sanırım. Eğer mahkeme, darbe kışkırtıcılığı yapmanın ve hatta darbeyi teşvik örgütü kurmanın insan hakkı olduğunu düşünürse sanıklar beraat edecek, böyle düşünmezse mahkûmiyet çıkacaktır.
Yazının başında ikinci tez olarak aktardığım şeyin, yani olan bitenin Türkiye'nin demokratikleşme çabalarının adli soruşturmaya dönüşmüş hali olup olmadığı meselesine gelince...
Burada da bir dizi sınavla karşı karşıyayız: Bir kere, bu soruşturma sayesinde, bugüne kadar bu konulara hiç dikkat etmemiş genişçe bir kesim, savcılıkların polis eliyle yürüttüğü soruşturmaların ne denli hoyratça yapıldığını görmüş oldu. Üstelik polis de savcılık da son derece dikkatli davrandığı, hoyratlık yapmamaya çalıştığı halde oldu bu.
Yani, davanın yürütülüş şekli, soruşturma sırasında kullanılan yöntemler, insanların neyle suçlandıklarını bile bilmeden bir yılı aşan sürelerde hapis yatmaları vs. bu davanın konusu darbeler ve darbe teşvikçileri bile olsa, davanın kendisinin demokrasi ve insan haklarıyla ilişkisini sorgulatır nitelikte.
Antidemokratik yöntemlerle, insan haklarına ve hukukun temel ilkelerine aykırı yöntemlerle bir ülkeye demokrasi gelir mi veya demokrasinin kalitesi artar mı, çok şüpheliyim doğrusu.
***
Davanın nasıl sonuçlanırsa daha şimdiden Türkiye demokrasisinde önemli bir farka yol açtığını düşünüyorum. Bu farkın adını koymak gerek. Ve sanıyorum, kamuoyunda esas dalgalanmayı yaratan, esas tartışmaları alevlendiren şey de bu fark.
Artık Türkiye siyasetine askerin doğrudan müdahalesi ihtimali çok ama çok düşük bir
seviyeye inmiş bulunuyor.
Bunun anlamı şudur: Türkiye'de siyaset bundan böyle sadece sivil alanda ve sadece sivil aktörler eliyle yapılacaktır.
Zaten o yüzden veya bazı kesimler tam da bundan korktuğu, çekindiği için, yapılan Ergenekon tartışmaları, nihayetinde bazı yazarlarca 'Askerleri susturuyor musunuz? Genelkurmay teslim bayrağını çekti mi?' cümlelerine indirgenmiş bulunuyor.
Ülkemizin hatırı sayılır genişlikte bir nüfus bölümü için, Türkiye'de demokrasi mutlaka TSK tarafından korunup kollanması gereken, tehlikelerden sakınılması gereken, bir türlü büyüyemeyen bir ergen çocuktur. O çocuk bisiklete binmeyi öğrenene kadar TSK bisikletin selesinden tutmalı, onun düşmesini engellemelidir.
Bu bakış açısı doğru mudur, yanlış mıdır hiç tartışmayacağım ama bugün Ergenekon operasyonlarından endişe duyanların büyük bölümü böyle düşünmektedir, bu bir vakıadır, onu kayda geçirelim.
Öte yandan, Cumhuriyet tarihimizde belki de ilk kez, benzer hatırı sayılır büyüklükte, hatta belki daha geniş bir kesim, demokrasinin asker vesayetine, Cumhuriyet'in kazanımlarının asker korumasına ihtiyacı olmadığını düşünüyor. Ergenekon tartışmasının öteki kanadında da onların en keskin ucu var.
Bu tartışma elbette sürecek, çünkü çok temel ve çok önemli bir konuda yapılıyor. Ancak, Türkiye'nin AKP'li olan veya olmayan ama daha çok da olmayan sivil kesimlerine düşen çok önemli bir görev var:
Türkiye, aynen 1950'de olduğu gibi, hukuki altyapısı yeterince iyi kurgulanmamış bir demokrasiye sahip. Bu altyapıyı, başta Anayasa olmak üzere, düzeltmeden gerçek, işleyen ve sürdürülebilir bir demokrasiye ulaşmak bana göre imkansız.
Radikal