Aslolan ahenktir. Adalet, huzur ve barış ahenkle üst tanımına kavuşur. Sema ile arz arasındaki ilişki ahengin önemli pozlarından biridir. Kargaşa ve savaş ahengin bozulduğu, akordun kaçtığı demlerdir. O aşamadaki müzik akortsuz icra edilen, cana zarar, yürek yırtan gürültüye benzer. En çok da insana lazımdır ahenk.
Yani her şeyin yerli yerinde olması, anla ki adalet.
Adaletsiz hayatın sürdürülmesi zor olduğu kadar, ömrü de kısadır. Önemli bir ikazdır Rabb'imiz halife duyarlılığını üstlenen insana gösterdiği hedefte, yeryüzünden fitneyi kaldırmayı emrediyor. Kimseyi iman ettirmeye zorlamıyor, İslam’ın teklif olması ve insanın iradesiyle ilgil oluşu, onun aynı zamanda, bütün din ve söylemlerden farkına işaret eder.
Kendini adaletle kaim kılan ve kullarına karşı, her yerde ve her zaman adaleti gözetmelerini emreden Allah (cc) tevhid ile adaleti iç içe sorumluluk olarak müminlerden istemektedir.
Bir başka deyişle, hayatı ahenge taşımalarını, bu durumda dünyada huzurun, ahirette ebedi mutluluğun sahibi olmalarını istiyor.
Zamanımızda, ayarın kaçtığı göz önüne alındığında, dünyada, bölgede ve ülkede olması akla ziyan hallerin normalleşme eğilimi gösterdiği, kardeşin kardeşi "cihad" adına boğazladığı sürece girdiğimiz de bir gerçek. Gerçeği geçerli hale gelmesi, mümine gösterilen hedefi değiştirebilir mi? Zayıflatabilir mi?
Asla!
İsterse gerçek tüm yerküreyi kaplasın, Hakikatten zerre taviz alamaz, bir toz koparamaz. Gece kararıp kalmaz. Vicdanı bir gün kan tutar. Adaletsiz hayatın eceli aradığı, zamanın mafsallarından çözüldüğü tarihi örneklere bakmak, umutlanmak için yeterli olacaktır.
Çünkü, elde insanı halife olmaya, nimeti nesne olmaktan kurtarmaya yetkili kılan Kitap var.
Ahengin renklerden geçip terazide durduğu, kini yıkayıp merhametle yoğurduğu zamanlar çıkagelir.
Bugün olduğu gibi...
Ulus devlet asabiyetiyle kardeşler arasına duvar ören, öfke koyan ve birine tümsek, diğerine çukur ayna tutarak kan döken aymazlığın sonuna yaklaşma umudu doğmuştur. Seksen küsur yıl, her türlü entrikaya karşı Kürtler ve Türkler birbirinden kopmaya, uzaklaşmaya direndiler. Acılarını gözyaşına katıp sabırla beklediler.
Canlar yandı.
Karşılıklı ağıtlara sardılar, canevine düşen ateşleri. Bozulsun kardeşliğin düzeni diye, daha kullanışlı olsun diye müminlerin beldeleri, kimler ateşi harlamadı ki... Yedi düvel elinden gelenin fazlasını ortaya koydu. Yüzyıllara yayılan kardeşliğin cana attığı çeltik tuttu inanan yürekleri.
Hafıza geri döndü, canı cana katmış kardeşliğin devir devir yazılan destanı nerede saklanabilirdi? Selahattin Eyyubi ile Fatih ayrılmayı, parçalanmayı akıllarından geçirebilir miydiler?
Bin yılı aşan kardeşlik iklimini çöle döndürülüp, İslam’ın yurduna ayrılık tohumları ekilmesine izin verir miydi minarelerin meramı?
Ancak barış umudu karşısında suratı asılan, yeni fitne çeşitleri peşinde olan dış çevreler mevcut. Dahası, bu ülkede öfkelerinden ve çıkarlarından ötürü barış halinden rahatsız olanlar var. Barıştan rahatsız olan kafanın nasıl bir değişim geçirdiği anlaşılır değil. Bir de buna her halükarda kendilerini hata etmez gören mehdiyet koşucularını eklersek, manzara çok bilinmeyenli denkleme döner.
İnsan kanla beslendiğinde, savaştan ve silahtan yana olur. Veya ram olunan gücün ekmeğine yağ sürüp sadakat kat sayısını artırmak adına savaş desteklenir. Ülke içinde ölen ve öldüren oldukça dışarıda silah satan ve yeni sürüm harita taslakları eksik olmayacak. Türkiye çoktan terk edilmiş. Dünyaya hükmeden meclislerde senatörler ne kadar hümanistmiş meğer. Ezilenlere karşı, susturulan "özgür" basına karşı, nasıl da duyarlıymışlar?
Acaba neden?
Daha önceleri neredeydiler?
Kardeşliği dikenli tellerin arkasında bırakmamak için çalışanlara ne mutlu.
Mekanı birbirinden güzel minarelerle kardeşliğe taşıyan, efkarında aynı türküyle toprağı karanlara selam olsun.
Ahengin insandaki görünürlüğüne kardeşlik derler.