Bırakın başörtülerini taksınlar



Biri bana, halka mal olmuş birçok aydının da aralarında bulunduğu akil kimselerin, kadınların üniversitelerde başörtüsü takmayı tercih etmesine neden karşı çıktığını açıklayabilir mi? Aynı kişiler; yorumcular, editörler ve diğer medya starları kadının vücudunun kendi tasarrufunda olması ve ne istiyorsa yapması gerektiğini, (geç dönem kürtajı, kocasına haber vermeden kürtaj, her tarafına piercing yapmak) ama bir parça bezle başını örtmemesi gerektiğini savunuyor.

Başörtüsünün bayrak ya da kipa gibi, sadece bir bez parçası olmadığını elbette biliyorum (50 yıllık sosyolog olarak, izin verin bileyim). Peki tamam, dinî bir sembol. Peki kadınlar sadece seküler sembolleri tercih etme hakkına mı sahip? Özgürlükçü sol arasında dinin geçmişte kaldığına, tarih olduğuna, dar görüşlülüğün ve yobazlığın göstergesi olduğuna inananlar mı var hâlâ? Bugün, Kuzeybatı Avrupa'daki birkaç istisna dışında, din dünyanın her yerinde yükselişte. Bunun sebebi kısmen, seküler hümanizmin, neden dünyaya geldiğimiz ve neden öleceğimiz, tartışılmaması gereken görevlerimizin neler olduğu gibi, dinin ele aldığı birçok ruhanî konuyu cevapsız bırakması. Peki diyelim ki, din geçmişin bir kalıntısı: Özgür insanların modası geçmiş putlara tapması ne zamandan beri yasak ki? Başörtüsünün, aynen çetelerin başlıkları gibi (bunların, bazı şehirlerde olduğu gibi yasaklanıp yasaklanmaması gerektiği başka bir yazının konusu), düşmanın nişanı olduğu söyleniyor. Bu doğru bile olsa, kurallar empoze eden bir sistemin sembolik araçlarını yasaklamak sadece o sisteme inananları yabancılaştırmaya yarar. Ve onlara güçlü bir dava verir.

Ama asıl önemli nokta şu: Genel olarak din ve özellikle de İslam düşman değil. Bernard Lewis, Sam Huntington ve takipçilerinin yaptığı gibi tüm Müslümanları şeytanlaştırmaya çalışmak son derece hatalı. Daha önce gösterdiğim gibi, Müslümanların çoğu teröre, şiddete ve baskıya karşı. Tamamına şiddete yatkın, fanatik insanlar damgasını vurmak düşmanlarımızın safını güçlendirmeye ve barışı aramaya niyetlendiğimiz takdirde bizim doğal müttefikimiz olabilecek birçoğunu hizbin öteki kanadına itmeye yarar (tabii ki dinle devletin birbirinden ayrılmasına dair, birçok demokrasinin kabul etmediği Amerikan ve Fransız modelini herkesin kabullenmesini beklemezsek). Başörtüsü bir sınama. Kültürler ve toplumlar arasındaki meşru farklılıklara karşı Batı hoşgörüsünün sınanması. İran ve Suudi Arabistan'da olduğu gibi, kadınlar buna zorlandığında başörtüsüne elbette karşı çıkılmalı. Ama son zamanlardaki mesele Türkiye'de üniversitelerdeki başörtüsü yasağının kaldırılması ve Fransa'da devlet okullarında, Almanya'da da bazı hükümet binalarında başörtüsünün yasak olması. Bazıları bu dinî sembolün takılmasının aile ya da çevre baskısını gösterdiğini söylüyor. Eğer insanların çevrelerinin ya da ailelerinin hoşuna giden şeyleri giymelerini yasaklasaydık, çıplak dolaşırlardı. Şiddet içermediği ve başka toplumsal güçlerin kendi görüşlerini ortaya koymasının önü kapalı olmadığı sürece aile ya da çevre baskısıyla savaşmak devletin işi değil. Anne Applebaum'un Washington Post'ta yaptığı gibi, bazıları da, başörtüsünün dinî olmaktan ziyade, siyasî bir sembol olduğunu söylüyor, ki bu, benim duruşumu daha da kuvvetlendiriyor. Ne zamandan beri bir demokraside insanları, siyasî görüşlerini ortaya koyan sembolleri -örneğin eşcinsel haklarını savunan kurdeleler ya da nükleer silahlara karşı çıkanların barış işaretleri- teşhir etmekten men ediyoruz? Bir adımın bir sonrakine yol açacağı iddiasına, kadınların şimdi sadece teşvik edilirken, ileride başörtüsü takmaya zorlanabileceği kanısına gelince: Böylesi bir zorlamanın olduğu nokta, çizginin çekilip bu zorlamaya karşı mücadelenin başlayacağı zamandır. Ama ileride zorlamaya yol açabileceği iddiasıyla kendi isteğiyle takılan başörtüsünü yasaklamak, yarın bir gün zorla yemek yedirilme endişesiyle akşam yemeği yemeye karşı çıkmaya benziyor. Bırakın başörtülerini taksınlar. Kipalarını ve haçlarını da.

Kaynak: Zaman