Gelenin bir tokat gidenin iki tokat vuracağı birer şamar oğlanı mıdır siyasiler? Siyasetle bürokrasi karşı karşıya geldiğinde hep bürokrasi mi haklıdır? Medya siyasilere karşı neden sürekli bürokrasiden yana tavır alır?
"Hayda, bu sorular da nereden çıktı?" demeyiniz lütfen. Yalnızca son günlerde tartıştığımız konularda değil, çok partili siyasi hayatımızın herhangi bir döneminde çıkan sürtüşmelerin hepsinde, siyasiler hep 'kötü adam' gibi yansıtıldı. Bunu yapanı da biliyoruz: Son zamanlarda çeşitliliğe kavuştuğu için 'medya' diye andığımız geçmişin basını...
Medyanın gözünde suçlu hep siyasiler... Yargıyla çatışınca da, askerle ters düşünce de, herhangi bir sivri karar almaya kalkıştığında da 'suçlu', medyaya göre, siyasiler oluyor. Siyasilerin partisinin DP, AP, ANAP, DYP, RP, AK Parti olması bir şey fark ettirmiyor; tartışılanın 'rejim' ile irtibatı bulunması ya da sıradan bir özlük hakkı konusu olması da... Her durumda 'olağan şüpheli' ve bazen de 'olağan suçlu' hep siyasiler bizim medyaya göre...
Günlerdir süregiden tartışmaları izliyorsunuz. Bir tekinde geçmiş 20 küsur yıl boyunca uygulanan yasakçı politikaların ülkeye dayattığı zararın bilançosuna değinildiğini işittiniz veya okudunuz mu? Yasak neden ve hangi gerekçelerle konmuştu, o gerekçeler zamana karşı direnebildi mi? 'Siyasal İslâm'ın simgesi' diye yasaklandıysa başörtüsü, 20 küsur yıl boyunca, üniversite hayatı karartılan gençlerden biri simgesini taşıdığı iddiasıyla eğitim hakkından mahrum edildiği halde, herhangi bir radikal eylem üzerinde yakalandı mı? 'Yakın ve gerçek bir tehlike' söz konusu olmadığı ortamlarda yasakçılık biraz tuhaf kaçmıyor mu?
Bu biçimde akıl yürüten tek bir kişi çıkmadı, çıkmıyor. Herkesin yaptığı, siyasetçileri eleştirmek... Siyaset adamı köşeye sıkışınca bundan özel bir keyif duyanlar var meslektaşlar arasında. "Hop arkadaş, yargıya müdahale edildiğinde karşı çıktığımızı unutma, şimdi de sen yetkini aşmaya kalkıyorsun" diye huzursuzlanan bir tek yazar çıkmadı. Siyasetçiyi dövmek, siyaseten linç, milli sporumuz sanki.
Gerçekten ayıp oluyor.
Yüzde 47 halk desteğine sahip olmayı bir kusur gibi gören ve bundan utanılması gerektiğini düşünenler de çıkıyor. İktidar partisinin son seçimde kaydettiği seçim başarısı ikide bir siyasetçilerin başına kakılıyor; halktan destek görmek ayıp bir şeymiş gibi. Ne yapsın yani siyasetçi, kendisine oy verenlerin hassasiyetlerini hiç mi hesaba katmasın? Sayılarının kaç kişiden ibaret olduğunu bilmediğimiz birkaç yazıcının peşine takılıp kendisine oy verenleri ihmal mi etsin? Hadi AK Parti'yi kendilerine yakın bulmuyorlar, iyi de CHP'yi neden beğenmiyorlar?
'Halksız demokrasi' olabilse kendilerinin siyasete soyunacaklarına iddiaya girebilirim... Zurnanın zırt dediği yer, onlar için, halkın devreye girmesidir. Patronlarının cebinden maliyetinin üçte biri fiyatına sattıkları gazetelerde kendilerini başarılı göstererek tavus kuşu gibi ortalık yerde dolaşmak kolay; halkın önüne çıkıp oy istemek ise çok zor. Kendilerini siyasetçilerden çok bürokratlara yakın hissetmelerinin sebebi de belli: İki toplumsal grubun da halka hesap verme gibi bir derdi yok.
Bu durumda da bize demokrasinin temel kurallarını hatırlatmak düşüyor: İktidarlar seçimle oluşuyor demokrasilerde ve oy hâlâ en geçerli belirleyici. Yüzde 47 oy almak bir siyasi kadroya olağanüstü sorumluluklar yüklüyor. Yasama ve yürütme organları seçimle işbaşına gelmiş siyasi kadrolardan oluşuyor ve devletin bütün erkleri ancak anayasadan aldıkları yetkilerle yönetimde sınırlı paya sahip olabiliyorlar. Devletin düzeni anayasayla belirleniyor; yargıçların düşünceleri veya mahkeme kararlarıyla değil. Yasal çerçeve değiştikçe mahkemeler de kararlarını yeniden gözden geçirmek zorunda; bunun tersi geçerli değil demokratik hukuk devletlerinde...
Siyasiler de eskisi gibi değil. 28 Nisan 2007'de hükümet bir çıkış yapmıştı; en son da Meclis Başkanı Köksal Toptan Meclis'e sahip çıktı. Siyasiler de artık lâfın altında kalmıyorlar.
Kaynak: Yeni Şafak