İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu’nun kaygısı yersiz. İsrail’in meşruiyeti artık tehdit altında değil. Meşruiyetini çoktan kaybetti. Tarih oldu. Artık yok .
Ulus devletler, paylaşılan bir halet-i ruhiyedir. İzlanda’daki zihniyet, Hindistan’dakinden farklıdır. İsrail ise hiçbirine benzemez. Aşırılar ve teröristler tarafından kurulmuştur. O tarihten beri de bayır aşağı gitmektedir.
Psikopatlar sevilmek ister. İşte bu yüzden, sûni de olsa büyüleyicidirler. Ayrıca patolojik yalancıdırlar, ben merkezcidirler, hissiz ve kalpsizdirler.
İsrail’in komşuları, bilhassa da Filistinliler bu niteliklere çoktandır âşinadırlar. Harry Truman, II. Dünya Savaş’ından sonra bu dışa kapalı aşırılara büyülenmiş, onlara müttefik muamelesi yapmıştır. Bu kararı, Amerika’nın en büyük hatası olarak tarihteki yerini alacaktır.
İsrail’in patronu, cüzdanı, özür dileyicisi olarak 62 yıldır hizmet etmemize rağmen, saygı ve sevgi tek yönlü oldu.
Psikopatlar, megolamanlarla karıştırılmamalıdır. Akli durumları bütünüyle farklıdır. Megolamanlar sevilmeyi değil kendilerinden korkulmasını isterler. Kontrol , ortak kişilik özellikleridir.
Öyle pek ince olmayan bu ayrım, hiç değilse bizler için, çifte vatandaş olmayan bizler için önemlidir.
Örneğin, bizi Irak’ta savaşa sokan istihbaratı İsrail ve yandaşlarının uydurduğu artık biliniyor. Bu gerçek artık ihtilaflı bir mevzu değil.
Tek başına bu gerçek bile İsrail dediğimiz devletin-halet-i ruhiyesinde açık olan parçalanmış kişiliği teyid eder. Bu halet-i ruhiye’yi paylaşanlar, İsrail’in uzun zamandır güttüğü amaçlar uğruna bizim kanımızı ve malımızı akıtmamızı sağladılar. Psikopat öğe bu.
Megolamanya öğesi ise kendilerinde bizi korkutma hakkını görmeleridir. Bu zihniyetin adanmışları, seçilmişler olarak (kendi seçtikleri bir tanrının seçilmişleri olarak) aldatmanın onlara ait bir hak olduğuna samimiyetle inanıyorlar. Suç ortakları, kendilerini bizden ama bizim üstümüzde görürler.
Onların amaçları uğruna ordumuzu sevkettiğimizde, Amerikalılar öldürüldü, sakatlandı; açık bir toparlanma güzergâhının olmadığı mâli bataklığa düştük.
ABD-İsrail özel ilişkilerinin bir diğer zaferi olarak çentikleyin bunu.
Amerikalılar durumu niçin kavramıyorlar?
Bu devletin hiçbir şeyi meşru değildir. Hiçbir zaman da değildi. Kuruluşuna doğru gidildiğinde, düzmece bir tarih temeline dayalı olarak onlarca yıl sürmüş bir terör saltanatı görülür. İsrail’in nasıl kurulduğunu, Amerika’nın İsrail’i niçin özel addettiğini bugün en idraksiz kişi bile sorguluyor.
Amerikalılar, İsrail’den korkmaları gerektiği gibi korkmayı öğreniyorlar. İçimizden bir bölük gerçeklere rağmen büyülendi. Gerçekler, fanatikler nezdinde sadet dışıdır.
Gerçeklere âşina olanlar daha iyi bilir. Dolayısıyla da can sıkıcı davranış modellerinin bir kez daha ortaya çıkmakta olduğu hakkında artan bir kaygı var.
En bilgili olanlar, son hadiselerden dolayı derin kaygı besliyorlar.
26 Ağustos’ta CIA’den sızan bir iç yazışma, Amerikan Yahudilerini terör ihracatçıları olarak anıyordu. 30 Ağustos’ta haberler düşmeye başladı. Sefaradi haham Ovadia Yosef, Mahmud Abbas’ın dünyadan yok olup gitmesini, Tanrı’nın Filistinlilere bela ve musibet vermesini diledi.
Haberlerin hiçbirisi ABD merkez medyasında yer bulmadı. Aksine, Batı Şeria’da dört İsrailli öldürüldüğünde, 31 Ağustos’ta manşetler tersine dönmüştü.
Dört yıl zarfında gerçekleşen en ölümcül saldırı, Netanyahu’nun Hamas liderleri ve ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’la görüşmesine saatler kala gerçekleştirilmişti.
Bu olayın zamanlaması, Ariel Şaron döneminde gerçekleşen iyi zamanlanmış başka “vakaları” anımsattı. Son hâdisenin ardında Tel Aviv’in olabileceğini söylemeye kimse cesaret edemiyor. Ancak daha önceki hâdiselerin birkaçı üzerinde düşünün yine de.
12 Nisan 2002’de, Dışişleri Bakanı Colin Powell, Ariel Şaron’la görüşürken İsrail’de bir intihar saldırısı gerçekleşti. 8 kişi öldü, 22 kişi yaralandı.
10 Mayıs 2002’de, Başkan Bush, Ariel Şaron’la görüşürken İsrail’de intihar saldırısı gerçekleşti.
11 Haziran 2003’te, Ariel Şaron’un Beyaz Saray’ı ziyaret ettiği aynı gün, Kudüs’te bir otobüste yaşanan intihar saldırısı sonucunda 17 kişi öldü, 100 kişi yaralandı.
11 Kasım 2003’te, İtalya devlet başkanı Amerika’yı ziyarette iken, İtalya, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük kaybı yaşadı. 19 İtalyan Irak’ta öldürüldü.
20 Kasım 2003’te, Başkan Bush, Londra’da Tony Blair’i ziyaret ettiğinde, İstanbul’da yaşanan bombalı saldırıda ölen 27 kişi arasında İngiltere başkonsolosu da vardı.
30 Kasım 2003’te, İspanya devlet başkanı ABD’yi ziyaret ederken, İspanya istihbaratından 7 kişi Irak’ta öldürüldü.
Terör kaynağı
Terör korkusu - hem de hepsine karşı duyulan korku- “aldatma yoluyla” savaş yürütme uzmanı olduğu bilinen kişilere uzanırsa, İsrail’in hızla tükenmiş meşruiyetine ne olur? Aldatmak, ajan provakatör olarak dünya çapında ün yapan, İsrail’in dış operasyonlarından sorumlu müdürlüğü Mossad’ın amentüsüdür.
Teröristlerin kurduğu bir devlet, bekâsı adına esas olan bir anlatıyı ayakta tutmak için teröre başvuracak mı? Tel Aviv, genişlemeci amaçları uğruna ABD’yi bir kez daha aldatacak mı?
Siyonist medya moğolu Haim Saban, i siyasetinde etkili olmanın üç yolunu 10 Mayıs tarihli New Yorker’da böbürlenerek anlatırken samimidir: “Siyasi partilere bağış yapmak, düşünce kuruluşları kurmak ve medyayı kontrol etmek.”
Dile getirmediği tek bir şey var: Terör.
Bu çifte vatandaş, Amerika’nın İsrail adına nasıl savaşa teşvik edildiğini ikrar ediyor mu?
Siyonistlerin Amerikan politikasını gözler önünde nasıl şekillendirdiğini tanımlıyor mu?
Psikopatların Amerika’ya karşı “içeriden” nasıl savaş açtıklarını tanımlıyor mu?
Megolamanların Amerikan karar alma süreçlerini korku yoluyla etkilediklerini açığa vuruyor mu?
Amerikalılar, bu özel ilişkilere büyülendiler. Şimdi sırada korku dolu olmak var. Böylesi şerli cinsten bir devletin zihniyet durumu şeffaflaştığında, elemanları gözle görülür hale geldiğinde, psiko-megolamani’nin en tehlikeli olduğu an gelip çatışmış demektir.
Bir diğer terör saldırısı görecek miyiz? Bahse girebilirsiniz. Tek soru şu: Ne zaman?
Özel etkinlikler için genelde özel günler seçilir. Bir sonraki katliam (8 Eylül’de) Rosh Hashanah’da mı olacak? 11 Eylül’ün 9’ncu yıldönümünde mi? Yahut 17 Eylül’de Kefaret Günü’nde mi?
Bir sonraki saldırı, nükleer mi yoksa konvansiyonel mi olacak? ABD’de mi yoksa Avrupa’da mı gerçekleştirilecek?
Hepsinden daha önemlisi: Bir sonraki kitle katliamından Hizbullah mı yoksa Hamas mı mes’ul tutulacak? Yahut ihtiyaç duyulan şerir için Pakistan Taliban’ı mı seçilecek?
İzlemeye devam edin.
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı