Yazının başlığını, The Christian Science Monitor dergisinde yayınlanan bir yazıdan esinlenerek koydum. Bu son derece provokatif başlığın içeriğini nasıl doldurursanız doldurun en azından bir arayışın işaretlerini veriyor.
Amerikalı okuyucu için sufizm denilince ne anlamak gerektiği konusunda bir giriş yapan Jane Lampman, Mevlana Yılı nedeniyle yapılan etkinliklerden yola çıkarak son yıllarda İslam hakkında terör imajının gittikçe yaygınlaşmasına rağmen Mesnevi'nin son on yılda Amerika'da en çok satılan şiir kitabı olmasındaki paradoksa vurgu yapıyor.
Pekçok Müslümanın; "İslam'ı rehin alan İslamcı aşırılıklara karşı sufi geleneğin bir alternatif" olabileceğine inandığını da ekleyerek konuya geliyor. Tarih, gelenek, evrensel insan sevgisi, ilahi aşk gibi tümüyle metafizik, hatta dinle alakalı kavramı sıraladıktan sonra son derece siyasi alana getiriyor.
Seyyid Hüseyin Nasr'ın yeni çıkan kitabı (The Garden of Truth) vesilesiyle söylediklerini de teorik arkaplana yerleştirerek projeyi meşrulaştırıyor. "İslam dünyasında sufizm, fundamentalizm olarak bilinen dini radikalizmin panzehiri olduğu kadar modernizme karşı da en güçlü cevaptır."
Batı'da yaşayan kimi sufi figürlerden örnekler vererek Batı için islam'la kuracağı ilişki konusunda yeni açılımlar öneriyor.
Takdir edersiniz ki, burada yapılan tartışma sufizmin (tasavvufun) İslam düşüncesindeki yerinin ne olup olmadığı değil. Daha çok politik ve de stratejik bir mesele olarak küreselleşmeye, liberal ahlaksızlığa, Amerikan hegomonyasına karşı duran, direnen İslam dünyasının ehlileştirilmesine yönelik operasyonun ne türden argümanlar kullanıyor oluşudur.
11 Eylül sonrası başlatılan tartışmaların odağında teolojik ve pratik anlamda İslam'ın anlaşılması meselesi vardı. Ve İslam'ın nasıl anlaşılması gerektiği konusu, projeye kafa yoranlar açısından, işgalden daha önemli ve uzun vadeli olarak gündemde kalacaktır.
Bir yanda Irak işgal edilip, bölgenin siyasi, ekonomik ve demografik yapısı altüst edilirken geri planda daha uzun vadeli stratejiler geliştiriliyor. Bu anlamda Büyük Ortadağu Projesi'yle en son gündeme gelen ve yeni açılımlarla devam edecek olan operasyonun en tehlikeli boyutu askeri olduğu kadar, hatta daha fazla, bölgenin medeniyet genlerini oluşturan kültürel kodlarından, inanç sistemine yönelik müdahaledir.
Açıkca İslam'ın mevcut küresel sisteme meydan okuyan, alternatif hayat tarzı, dünya tasavvuru karşısında, Müslümanların direniş ruhunu ve gücünü kıracak çözümler peşinde. Bunun en önemli basamağı da İslam anlayışının, onun diriltici soluğunun çağdaşlaşma, küreselleşme, sekülerleşme adına deforme edilmesidir. Müslümanların siyasi ve entelektüel olarak yapmaları gereken hazırlık bu alanda olmalı.
İşgal bir gün bitebilir, bombalar susabilir, açılan yaralat sarılabilir; fakat, çeşitli yöntemlerle İslam'ın küresel sisteme uyumlu hale getirilmesi, protestanlaşması yani kapitalist ilişkilere uygun hale getirilmesi en büyük tehlike olarak karşımızda duruyor.
Bu gerekçelerle Amerikalılar Ezher'in müfredatına müdahale etmek istiyor. Bu nedenle Taliban militanı yetiştirdiği suçlamasıyla yüzlerce yıllık geleneği olan Pakistan'daki medreseler kapatılmak isteniyor. Bu nedenle İslam dünyasında birtakım isimler model olarak öne çıkarılıp destekleniyor.
İslam'ın kapitalist sisteme entegre edilmesi, onun bir sistem olarak "yeni sömürgecilik" karşısında bir bir direnişi temsil etmekten uzaklaştırılması, insanlık adına ele geçirilmemiş hayat alanı/adası olmaktan çıkarılması anlamına gelmektedir. Yoksa Amerikalılar neden şimdi sufizmi keşfetmiş olsunlar?
Amerikan karşıtlığı adına ılımlı İslam söylemine karşı çıkan ulusalcı-batıcı ittifakın bu proje ile bir alıp veremediğinin olması düşünülemez. Amerika'nın uygulamaya koyduğu şey, bir zamanlar Türkiye'de gerçekleşen batılılaşma, toplumu dönüştürme çabalarının başarısız kaldığı yerde aynı projeyi revize etmekten ibaret. Türkiye'deki ulusalcı-batıcılardan daha pragmatik ve zekice davrandıkları için, farklı gruplarla işbirliği yapmakta sakınca görmüyorlar. Aynı kadrolara benzer ihale yeniden verilse hiç birinin itirazı olmayacak.
Tasavvuf bir yana sürüme konan "sufizm muhabbeti"ne dikkat. Yapılmak istenen "kitabı olmayan, ilahiyatı olmayan" bir İslam modeli çıkarmak. Batı'da buna teşne birtakım gruplar, sözüm ona İslamcı entelektüeller, liderler bol miktarda var ve tüm İslam dünyasına bunlar pazarlanıyor. Küçük tartışmaları bir yana bırakıp insanlık ve İslam adına sorumluluk sahibi herkes konumunu gözden geçirmeli.
Kaynak: Yeni Şafak