CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın İstanbul'un Sultangazi semtinde çarşaflı kadınlara parti rozeti takması bir kısım CHP'liyi kızdırdı. İlk günün şaşkınlığından sonra ben bu kızgınlığın daha da artabileceğini bekliyorum. Çünkü, bugüne kadarki gerginlik ve kamplaşma siyasetinin temel unsurlarından birisi türban/başörtüsüydü. Baykal da bu siyasetin baş aktörüydü.
Son çıkış, kaçınılmaz olarak bu gerginliğe odaklanmış CHP'lileri kızdırmaya yetecektir. Türkiye'deki gerginliğin asıl nedeni türban/başörtüsü mü diye sorarsanız, buna evet demek mümkün değildir. Bu çatışmanın temelinde başka kaygılar söz konusudur.
AKP'nin iki seçimi üst üste kazanması ve giderek 'devlet'in bazı kurumlarını da bu yolla kendi egemenliği altına alması, kendisini 'devlet' sayan ve üç buçuk askeri darbe ile durumunu pekiştiren güçleri endişeye sevk etmişti. Bir AKP'linin Cumhurbaşkanı seçilmesi, Atatürkçülerin kalesi olarak kabul edilen YÖK'ün elden gitmesi, RTÜK'ün yönetimine bir İslamcının getirilmesi söz konusu çevrelerde tepkiyi ve karşı örgütlenmeyi geliştirdi.
Geçmişte daha ılımlı 'milliyetçi', daha ılımlı 'Atatürkçü' olan kesimler giderek öfkelenmeye ve sertleşmeye başladılar. Başörtüsü, türban, çarşaf bu sürecin içinde bir anlam kazandı. 'Devlet'in temel kalelerini AKP'ye kaptırdıklarını düşünenler, başörtülü görünce ya da onların deyimiyle türbanlıyla karşılaşınca alerjik bir ruh hali içine girdiler.
CHP bu alerjiyi duyanların tepkilerinin örgütlendiği merkez görevini üstlendi. Başörtülü/türbanlı kız öğrencilerin üniversiteye girip girmemesi tam anlamıyla 'ölümü'ne bir iktidar kavgasına dönüştü. AKP hakkındaki kapatma davasının da, daha önce kapatılan aynı geleneğin diğer partilerinin de temel suçlarının başında başörtülüleri üniversiteye sokma çabası gösterildi.
Kabul etmek gerekir ki, kısa ve orta vadede 'başörtüsü' karşıtları bilek güreşini kazandılar. AKP, bu alanda girdiği mücadeleyi kaybetti ve kızlar okula giremediler. Kısa ve orta vadede kazanılamayan bu mücadele AKP'yi de kızları da mağdur duruma düşürdüğü için, toplumun geniş kesimleri 'yasakçı'lara, yani CHP'ye ve onunla aynı cephedeki güçlere tepki gösterdi ve AKP'yi destekledi.
Türkiye'deki bu yasak aslında tarihin akışına aykırı bir yasak. Sonuç olarak bir grup kız öğrencinin üzerinden yürütülen iktidar kavgası, toplumun vicdanını yaraladı. Bu yasağın sürdürülmesi ülkenin normalleşmesini engelleyen nedenlerden birisi haline geldi. CHP, bu kamplaşmadan seçim sandıklarında büyük başarı elde edemese bile 'devlet'in partisi kimliğini pekiştirerek oy sayısının üstünde bir güç elde etti.
Bu gücüyle 1982 Anayasası'nı değiştirtmedi, YÖK'ün üniversitedeki özgür bilim olanağını ezen yapısını korumayı başardı, AKP'yi Anayasa Mahkemesi yaralısı bir parti haline getirdi.
Bütün bunlar CHP'yi iktidar partisi yapmaya yetmiyor. Büyüyüp geniş kitlelerin desteğini sağlamasını da mümkün kılmıyor. Deniz Baykal pragmatizmi burada devreye girdi. AKP'nin arka bahçesi kabul edilen alana kendine göre bir çıkarma yaptı.
Tabii böyle bir çıkışın anlamlı hale gelebilmesi için bu alandaki yasakçı tavrın da gözden geçirilmesiyle mümkün. Türbanlı kızlara süren yasak CHP'ye belli kesimlerden tepki olarak dönüyor. Tabii bu nedenle CHP'yi destekleyen bir kitle de var.
Deniz Baykal'ın bu çıkışının anlamlı hale gelebilmesi için ülkemizin demokratikleşme alanında yaşadığı sorunlara da yönelmesi gerekiyor. Örneğin 1982 Anayasası'nı demokratik yönde değiştirmek için bir adım atabilir mi? Kürt sorununa siyasi çözüm için projeler geliştirebilir mi? Avrupa Birliği'ne uyum yasaları, askerin siyasetteki rolü konusunda yeni ve ileri şeyler söyleyebilir mi?
AKP'nin 'devletçi dil' kullanan bir değişime yöneldiği tartışmaları yapılırken, CHP'nin onun tersi yönde bir demokratik atılım yapması mümkün mü?
Bu söylediklerim yaşadığımız onca deneyden sonra çok gerçekçi sayılmayabilir. Baykal'ın
siyasi tarihine baktığımız zaman da çok fazla umutlanmaya gerek yoktur denebilir.
Biz yine de izlemeye devam edeceğiz.
Kaynak: Radikal